Pâdişâhımızdan, buradaki Fransızlarla savaş yapmak üzere emir almıştım. Askerlerimi toplayarak düşmana saldırdık. Onlara karşı, gerek silâh, gerekse asker olarak çok az olmamız hasebiyle mağlup olmuştuk. Durumu sultânımıza bildirdik. Sultan da yeniden asker toplayıp Fransızların üzerine yürüyerek gâlip gelmemizi emretti. Başüstüne, diyerek tekrar asker topladım. Hazırlıklarımı tamamladıktan sonra savaş meydanına yürüdük. Her askere namazlarını geçirmemeleri için tekrâr tekrâr tenbih ettim. Sonra helallaşmalarını, âmirlerine mutlak itaat edip zamanın velilerinden imdâd istemelerini söyledim. Böylece maddi ve mânevi sebeplere yapıştık. Başta kendim, savaş meydanında geçirdiğim o ilk gecede, sabahlara kadar uyumadım. Namaz kılıp, Kur'ân-ı kerim okudum ve cenâb-ı Hakk'a çok duâ edip yalvardım. Gözyaşları arasında zamânın Gavs'ından da yardım istedim.Fecr vaktinde askerimi uyandırdım. Ezân-ı Muhammedi okundu. Cemâatle sabah namazını kıldık. Rabbimizden bize zafer nasib etmesi için duâlar edip askerimle helâllaştım. Güneş doğarken, karşı tepede ordugâhını kuran Fransızlar üzerine; "Allah Allah!.." nidâlarıyla hücûma geçtik. Önce top atışları ile başlayan savaş, sonra tüfek ve tabancaya, göğüs göğüse geldiğimizde de kılıç ile çarpışmaya döndü. Her iki tarafın da bütün gücü ile vuruştuğu bir anda, bir atlının rüzgâr gibi saflarımıza katılıp düşmana hücûm ettiğini gördük. Bu gelen nûr yüzü, yeşil sarığı ve beyaz elbisesi içinde daha da heybetli görünüyordu. Elinde kılıcı ile; "Allahü Ekber" nidâlarıyla hücûm üzerine hücûm tâzeliyordu. Onun bu gayreti hepimizi heyecana getirdi. Canımızı dişimize takarak Fransızların üzerine şiddetle saldırdık. Öyle ki, herbirimiz birer arslan kesilmiştik. Vurduğumuz yerden ya kol, ya baş koparıyorduk.Bizim bu âni gayretimiz düşmanın gözünü yıldırdı ve kaçmaya başladılar. Peşlerine düştük, pek çoğunu öldürdük, bir kısmını esir aldık. Pek azı kaçabilmişti. Topları, cephâneleri hep elimize geçti. Bu arada bize yardıma gelen o mübârek zâtın, düşmanın kaçtığı istikâmetten atıyla geldiğini gördük. Önünde elleri bağlanmış bir Fransız vardı. Yanımıza gelmesini heyecanla bekledik. Nihâyet geldiklerinde esiri yere bıraktı ve; "Paşa! Bu papaz, Fransızları galeyana getirerek, müslümanlara saldırtıyordu. Bu İslâm düşmanını iyi zaptet!" buyurdu. Buna çok sevindim ve imdâdımıza yetişen nûr yüzlü zâtın ellerine sarıldım. Doya doya öptükten sonra; "Canım size fedâ olsun. Kim olduğunuzu lütfeder misiniz?" diye sordum. "Tillolu Memdûh'um." diyerek atını mahmuzladı. Önce şâha kalkan at, hızla yanımızdan uzaklaştı.O günden beri bu zâtı tanıyan biriyle karşılaşmak içinAllahü teâlâya duâlar ettim. Nihâyet kabûl olmuş. Sizinle görüşmek, ondan haber almak devletine kavuştum. Lütfen Tillo'ya vardığınızda, benim yerime mübârek ellerinden öp, selâm ve hürmetlerimi bildir. Kıyâmet günü bize şefâat etmesini istirhâm ettiğimi de bildir.