Yemenli Mutasavvıf Hettâr Cenedî

Yemenli Mutasavvıf Hettâr Cenedî
TÖV­BE EDİP DU­ASI­NI AL­DI
"Ebü'l-Gays bin Ce­mil, Zü­beyd'de ho­ca­sı Ali bin Ef­lâh'ın ya­nın­dan ay­rı­lıp, Îsâ bin İk­bâl Het­târ'ın hu­zû­ru­na var­dı. Da­ha ön­ce bir­bir­le­ri­ni hiç gör­me­miş­ler­di. Gayb gö­züy­le Ebü'l-Gays'ın ne ni­yet­le gel­di­ği­ni keş­fe­dip; "İki şey­he bir­den bağ­la­nı­lır mı, yâ Ebü'l-Gays?" di­ye hi­tâb et­ti. O da; "Ha­yır, efen­dim" de­yip, ge­ri dön­dü."
Ah­med bin Ca'd an­la­tır: "Bir gün zi­yâ­ret mak­sa­dıy­la Ce­ned şeh­ri­ne gi­dip Îsâ bin İk­bâl Her­rât'ı gör­düm. Üze­rin­de çok pa­ha­lı bir el­bi­se var­dı. "Böy­le bü­yük bir zât, dün­yâ ma­lı­na ehem­mi­yet ver­me­me­si ge­re­kir­ken, her­ke­sin im­ren­di­ği kıy­met­li el­bi­se­ler gi­yip do­la­şı­yor" di­ye kal­bim­den geç­ti. Het­târ haz­ret­le­ri be­nim bu hâ­li­mi keş­fe­dip an­la­dı ve; "Ey oğ­lum! Be­nim bu el­bi­se­yi giy­me­min se­be­bi, Al­la­hü te­âlâ­nın ver­di­ği­ne râ­zı ol­mam­dır. Çün­kü biz, Al­la­hü teâ­lâ ne ve­rir­se, onu gi­yi­ni­riz" de­di. Ben de he­men töv­be edip du­âsı­nı al­dım."
Zü­bey­di, ese­rin­de an­la­tır:
Îsâ bin İk­bâl Het­târ, ve­fât et­me­den ön­ce ta­le­be­si ve ha­li­fe­si olan oğ­lu Ebû Bekr'e na­si­hat­ler­de bu­lu­nup, ve­fâ­tın­dan son­ra has­ta­lık­lı bir kim­se­nin ken­di­si­ni zi­yâ­ret için ge­le­ce­ği­ni, ona iz­zet ve ik­râm­da bu­lu­nup, se­lâ­mı­nı söy­le­me­si­ni, has­ta­lı­ğı­nı te­dâ­vi edip, ilim­de ye­tiş­tir­dik­ten son­ra gel­di­ği ye­re gön­der­me­si­ni va­siy­yet et­ti...

DAĞ BAŞ­LA­RIN­DA DO­LAŞ­TI!..
Bu­yur­du­ğu gi­bi, ve­fâ­tın­dan son­ra, Ebû Mu­ham­med Mes'ûd bin Ab­dul­lah Ha­be­şi adın­da bir kim­se Ter­biy­ye kö­yü­ne gel­di. O, Kı­zıl­de­niz ke­na­rın­da Ri­ma va­di­si ya­nın­da bu­lu­nan Arab ka­bi­le­le­rin­den bi­rin­de ço­ban­lık ya­par­dı. Cüz­zâm has­ta­lı­ğı­na ya­ka­la­nın­ca, ço­ban­lık­tan ay­rıl­dı. Ay­lar­ca dağ baş­la­rın­da do­laş­tı. Has­ta­lı­ğı­nın en şid­det­li ol­du­ğu bir za­man­da, Îsâ bin Het­târ'ı zi­yâ­ret için gel­di. Fa­kat o ve­fât et­miş­ti. Oğ­lu Ebû Bekr onu kar­şı­la­dı. Ba­ba­sı­nın va­siy­ye­ti­ni ve se­lâ­mı­nı söy­le­di. Gün­ler­ce onu mi­sâ­fir edip, has­ta­lı­ğı­nı te­dâ­vi et­ti...
Ab­dul­lah Ha­be­şi, ilim ve ibâ­det­le meş­gûl ol­du. Gü­nü ge­lin­ce, gel­di­ği ye­re ge­ri dön­dü. Ora­da bir der­gâh yap­tı­rıp in­san­la­ra ders ve­rip, ilim öğ­ret­ti. Bir­çok kim­se onun gü­zel hâl­le­ri­ni gö­rüp, töv­be ede­rek sâ­lih­ler­den ol­du. Ve­fât edin­ce de, yap­tır­dı­ğı der­gâ­ha def­ne­dil­di...

El Helâl Kârda, Gönül Ise Hakîkî Yârdadır

Vehbi Tülek

Gelen Belalara Sabırlı Hatta Şükredici Olmalı

Vehbi Tülek

Kişiyle Alay Etmenin Sonu Pişmanlıktır

Vehbi Tülek

İnsanlarla Uğraşmakta Hayır Ve Fayda Yoktur

Vehbi Tülek

Ey Mahmûd! Uzat Elini Seni Yukarı Çekeyim

Vehbi Tülek