"Halk, yeniçerilerin ortadan kaldırılabileceğine inanmıyordu. Fakat bu serserilerden o kadar yılmışlardı ki, en ufak bir kıvılcımla infilâk edecekleri muhakkaktı. Dükkânlar, paşa konakları ve hatta fakir evleri, yağmalanmak ve baskına uğramak korkusunu, 24 saat teneffüs ediyorlardı. İstanbul sokaklarında o kudretli Osmanlı pâdişahı değil, yeniçeri subay ve erleri devleti ve daha doğrusu kendi çıkarlarını temsil ediyorlardı. Her dükkân, limana her giren gemi ve ithal edilen her mal üzerinden alacakları vardı. Devletin bütün gelir çeşmelerinin suyunu dolduran taslara dönüşmüşlerdi. O sabah sokaklarda, kaçışan hatta yabancı elçiliklerin kapılarına yığılan yeniçeriler, artık çâresiz idiler. Halk bendlerin arkasındaki sular gibi taşmıştı. İstanbullu bu âsi serserilerden bıkkınlık getirmişlerdi. Roller değişmişti. Bir zamanlar sokaklarda nârâlarından korkulan yeniçeriler, şimdi, arkalarından kovalayan sivil halk, asker, mollalar ve hatta ahşap evlerinden saksılar fırlatan kadınların önünden kaçıyorlar, yakalanınca yalvarıyorlar, ama duâ etmeye bile vakit bulamadan başlarını bir kılıç darbesi ile kaldırıma bırakıyorlardı..."