Dinlerin en hayırlısı ve ümmetlerin en üstünü

Ebû İshak Gülâbâdî, evliyânın büyüklerindendir. Buhârâ’nın Gülâbâd Mahallesinde doğdu. 380 (m. 990) senesinde Buhârâ’da vefât etti. Hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde âlimdir. Fıkıh ilmini Muhammed bin Fadl’dan, tasavvuf ilmini de Hallâc-ı Mensûr’un talebesi Fâris bin İsâ’dan almıştır. Gülâbâdî hazretleri, Tearrüf adlı eserinin mukaddimesinde şöyle buyurmaktadır:

“Allahü teâlâya hamd olsun. O, ötelerin ötesidir, hiçbir şeye benzemez, başlangıcı ve sonu yoktur. Bakîdir. İsim ve sıfatlarıyla kendisini, evliyâsına tanıtmaktadır. Velî kullarının sırlarını ve ruhlarını, kendisine yaklaştırmaktadır. Dostlarının gönüllerini kendine çevirmektedir. Merhamet ederek evliyâsını kendine çeker. Onların sırlarını nefsâniyet kirlerinden temizler. Onları kendine itaat ettirerek yükseltir.
Sevdiği kullarından dilediğini peygamber olarak seçmiş, vahiy göndererek peygamber yapmıştır. Onlara indirdiği kitaplarında, emirler ve yasaklar bildirmiş, emre itaat edenlere Cenneti vadetmiştir. Nehiylerinden (yasakladıklarından) sakınmayanları, Cehenneme atacağını bildirmiştir. Peygamberlerinin derecelerini, kimsenin anlayamayacağı kadar yükseltmiştir. Peygamberlerinin sonuncusu olarak Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. O’na imân ve itaat etmeyi emretti.
Muhammed aleyhisselâmın getirdiği din, dinlerin en hayırlısı, ümmeti de ümmetlerin en üstünüdür. O’nun dîni kıyâmete kadar bâkidir, değişmez, ümmetinden sonra başka bir ümmet gelmez. Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın ümmeti içinde hayırlı ve seçilmiş insanlar yarattı. Kalbleri, saf, tertemiz hâle geldiği için, onlara doğru bir firâset ihsân edilmiş, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda sabit olmuşlardır. Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çevirmişlerdir. Halk arasında Hakkın emânetleri, insanlar arasında Allahü teâlânın seçkin kulları bunlardır. Daha sonra onların yoluna rağbet ve hakîkati yaşayanlar azalıp, yazarak anlatanlar çoğalmıştır. Bu sebeple bunları ancak ehli olanlar anlar. Hâl böyle olunca, mana gitti isim kaldı. Hakîkat kayboldu, şekil kaldı. Tasavvuftan anlamayanlar sûfîlik (şeyhlik) iddia etti. Bu vasfı taşımayanlar, öyle gözükmeye çalıştı. Dilleriyle tasavvuf ehliyiz dediler, hâlleriyle uymadılar. Hâlleri dillerinin yalan söylediğini gösterdi. Böyle sahte kimseler, tasavvuftan olmayan şeyleri ortaya attı. Tasavvuf ehli olan büyüklere de dil uzatıp, câhil dediler. Câhiller âlim zannedildi, âlimler câhil zannedildi.

Toplam Görüntülenme: 1166

Yayın tarihi: Salı, 11 Ekim 2016

Bunları okudunuz mu?