Şâfiî Fıkıh âlimi Abdülazîz Dîrînî
Bu mübarek zat, Mısır'da er-Rif denilen yerde otururdu. Bâzı günler buradan ayrılıp, civar bölgeleri dolaşırdı. Oralardaki insanlar, ondan, müşkillerinin çözülmesi için duâ etmesini isterlerdi. Kendisini görme imkânı bulamayanlar, meselelerini mektupla sorup cevap alırlardı. Kuvvetli imân ve güzel ahlâk sâhibi idi. Herkese güler yüz, tatlı dil gösterirdi. Kimseyi kırmazdı.Bir gün bir yere giderken, onu tanımayan kimseler yanına gelip, "Kelime-i şehâdeti söyle bakalım" dediler. O da peki deyip, okudu. Sonra onlar; "Şimdi kadıya gidelim. Onun huzûrunda yeni Müslüman olanların yaptığı gibi, sen de oku" dediler. Orada bulunan büyük küçük herkes berâberce kadıya gittiler. Kadı hemen Abdülaziz ed-Dirini'yi tanıdı ve; "Efendim, bu ne hâl? Bunlar kim?" dedi. O da; "Bilmiyorum. Bunlar beni ne zannetti iseler, Kelime-i şehâdeti okumamı istediler ve buraya getirdiler. Ben de onları kırmayıp geldim" dedi.
Bir gün talebeleri, hocalarının kerâmet göstermesini akıllarından geçirdiklerinde; "Yavrularım, bizler, yerin dibine batmaya müstehak kimseler olduğumuz hâlde batmamamız, bir de Allahü teâlânın bizi, yeryüzünde bu hâlde bulundurması en büyük kerâmet değil midir?" buyurdu.
Şerefli bir hayat için...
Bir gün de şöyle buyurdu: "Eğer kadere, Allahü teâlânın hükmüne rızâ gösterirseniz şerefli bir hayat yaşarsınız."
Abdülaziz Dirini hazretlerinin son sözleri şunlar oldu:
"Ey nefs! Dilediğin gibi yaşadın, şimdi ayrılıyorsun. Dilediğini sevdin, şimdi onları terk ediyorsun. Artık, günahların, sevapların ve bir de âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlânın şefkati ile baş başasın. İnsanlar bunu örnek alsınlar."