Şeyhülislâm Behâî Efendi
ŞÖHRETİ ÇABUK YAYILDIBehâi Efendi 1004 (m. 1595) senesinde doğdu. 1064 (m. 1654) senesinde İstanbul'da vefât etti. Fâtih Câmii bahçesinde defnedildi...
Çocukluğundan i'tibâren ilim öğrenmeye başlayan Behâi Efendi, zamânının âlimlerinden akli ve nakli ilimleri tahsil etti. Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi'den ilim öğrendi. Kısa müddet içinde şöhreti her tarafa yayıldı...
Behâi Efendi, amcası Şeyhülislâm Es'ad Efendi'den de ilim öğrenip, yanında mülâzım (stajyer) olarak vazife yaptı. Amcasıyla birlikte Türkçe şiirler yazmaya başladı. Bir rubâi (şiir) yazıp, Şeyhülislâm Yahyâ Efendi'ye takdim etti ve bir mahlas (şâir için özel isim) koymasını istedi. Yahyâ Efendi de "Behâi" mahlasını yazdı...
Behâi Efendi, İstanbul'da Şehzâde Medresesi müderrisliğinde vazife yaparken, Sultan Dördüncü Murâd Hân'a bir kaside yazıp takdim etti. Sultan da ona iltifât gösterip, kadılık ve kadıaskerlik vazifeleri verdi. Daha sonra da Abdürrahim Efendi'nin yerine şeyhülislâmlık makâmına getirdi. Bir yıl dokuz ay 15 gün bu yüksek makamda kaldıktan sonra, 1061 (m. 1651) senesinde şeyhülislâmlık vazifesinden alındı. Daha sonra 1062 (m. 1652) senesinde tekrar şeyhülislâmlığa getirildi. Bu yüksek vazifeye devam ederken, boğmaca hastalığına tutularak üç gün içinde vefât etti.
"KURTULMAYA ÇARE YOK!"
Nakledilir ki: Behâi Efendi'nin vefâtından yirmi gün kadar önce, meczûb bir derviş olan Hüseyin Efendi, Şeyhülislâmın huzûruna varıp; "Efendim, ölümünüz yaklaştı. Kurtulmaya çâre yok" dedi. Behâi Efendi; "Dedem, bunun çâresi nedir?" diye sordu. Derviş; "Bunun çâresi yoktur" dedikten sonra oradan ayrıldı. Behâi Efendi o gece rü'yâsında, evinin karşısındaki bahçede bulunurken, kendisine çıplak, beyaz bir ipeğe sarılı vaziyette oturması emredildi. Uyandığı zaman kâhyalarından birine üçyüz Osmanlı altın lirası vererek, fakir fukaraya dağıtılmasını emretti. Bu hâdiseden bir müddet sonra Şeyhülislâm Behâi Efendi hastalandı ve vefât etti...