"Köşkün pencerelerinden, tepenin yalnız bir tarafı görülürdü... Babam öbür tarafta ne yazdığını merak etmiş; beni çağırdı, 'Oğlum, git bir bak bakalım, öbür tarafa ne yazmışlar' dedi... Gittim, okuyup döndüm, söyledim... Sadece bir "Yaa!.." dedi, başka tek söz etmedi... "İttihatçı subaylar, 'Hürriyet, adâlet, eşitlik, kardeşlik' sözlerini toprağa yazmakla işi olmuş bitmiş zannediyorlardı... Haklarını yememek için şunu da ilâve edeyim: Pederime karşı bu derece saygısızlık edenler, benim iyi bir tahsil yapmamı istediler, içlerinden bazılarını, beni okutmakla vazifelendirdiler... İlk hocam, Nâzım Bey isminde bir yüzbaşıydı, beni altı-yedi ay okuttuktan sonra, Cumhuriyet zamanında Siirt Milletvekilliği yapan ve Milliyet gazetesini çıkartan Mahmud Bey hocam oldu... "Balkan Harbi patlayıp Bulgar ve Yunan orduları Selanik'e yaklaşınca, İstanbul'a nakledildik... Alman İmparatoru'nun babamla eski dostluğu vardı, sefâret yatını Selanik'e gönderdi, bu yatla yola çıktık... Alman kaptan, pedere, 'İstemediği kişileri gemiye almayıp Selanik'te bırakabileceğini' söyledi... Babam, Alatini'de kim varsa yata aldırdı ama eğer arzu etseydi, kendisine senelerce gardiyan azâbı çektirenleri orada bırakır, onlar da şehre yaklaşan Yunanlılar'a esir düşerlerdi... Başka bir tarafa gitmeleri imkânsızdı, zira Bulgarlar karayolunu kesmişti... Ege'ye açıldığımız zaman, yolumuza Yunanlılar'ın meşhur 'Averof' zırhlısı çıktı... Gemimizde Alman bayrağı olduğundan arama yapmaya cesaret edemediler ama, hayli korkulu anlar geçirdik... Gemide Türkler'in bulunduğu belli olmasın diye siviller feslerini, subaylar kalpaklarını çıkardı...