Abdullah Şârmesâhî
Hazreti Ömer şöyle rivâyet etti: Öyle bir gün idi ki, Eshâb-ı kirâmdan birkaçımız, Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûrunda ve hizmetinde bulunuyorduk. O vakit, ay doğar gibi bir zât yanımıza geldi. Elbisesi çok beyaz, saçları pek siyah idi. Resûlullahın huzûrunda oturdu. Dizlerini, mübârek dizlerine yanaştırdı. Ellerini Resûl-i ekrem efendimizin mübârek dizleri üzerine koydu. Resûlullaha sorarak, "Yâ Resûlallah! Bana İslâmiyeti, Müslümanlığı anlat?" dedi. Resûl-i ekrem buyurdu ki:
"İslâmın şartlarından birincisi, Kelime-i şehâdet getirmektir. Kelime-i şehâdet getirmek demek, "Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûluh" söylemektir. Yani âkil ve bâliğ olan ve konuşabilen kimsenin, yerde ve gökte, Ondan başka ibadet edilmeye hakkı olan ve tapılmaya lâyık olan hiçbir şey ve hiçbir kimse yoktur. Hakiki mabûd, ancak Allahü teâlâdır. Abdullah'ın oğlu Muhammed adındaki zât-ı âli, Allahü teâlânın kulu ve resûlüdür. Yani Peygamberidir. İkincisi: Şartlarına ve farzlarına uygun olarak, her gün beş kerre namaz kılmaktır. Üçüncüsü: Malın zekâtını vermektir. Dördüncüsü: Ramazân-ı şerif ayında, her gün oruç tutmaktır. Beşincisi: Gücü yetenin, ömründe bir kerre hac etmesidir." O zât, Resûlullahtan bu cevapları işitince, "Doğru söyledin yâ Resûlallah!" dedi ve yine sorarak; "Yâ Resûlallah! İmânın ne olduğunu da bana bildir?" dedi. Resûlullah da imânın belli altı şeye inanmak olduğunu şöyle bildirdi:
"Önce, Allahü teâlâya inanmaktır. Îmânın altı temelinden ikincisi; onun meleklerine inanmaktır. Üçüncüsü; Allahü teâlânın indirdiği kitaplarına inanmaktır. Dördüncüsü; Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmaktır. Beşincisi; Âhiret gününe inanmaktır. Altıncısı; kadere, hayır ve şerlerin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır." Sonra o zât tekrar sordu: "İhsân nedir?" Resûlullah buyurdu ki:
"Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmendir? Şayet sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor." O zât, "Doğru söyledin" dedi ve "Kıyâmet ne zaman kopacak?" diye sordu. Resûlullah da buyurdular ki:
"Ben, onu sorandan daha çok bilici değilim." Daha sonra, o zât-ı şerif ayrıldı ve gitti. O zaman Resûlullah buyurdular ki:
"Bu gelen kimdir bilir misiniz? Bu Cebrâil'dir. Size dininizi öğretmek için geldi."