Ba'lebek Müftîsi Muhammed Tâcî
"FETÂVÂ-İ TÂCÎYYE"NİN MÜELLİFİKendilerine "Ulemâ-i muhakkikin" denilen büyük âlimlerin önde gelenlerinden olan Muhammed Tâci, ilim ve fazilette, bulunduğu memlekette zamânının bir tânesi idi... Bu faziletli müfti, her taraftan gelen suâllere cevaplar verirdi. Fetvâlarını toplayarak, "Fetâvâ-i Tâciyye" ismindeki fetvâ kitabını te'lif etti. Bu eserinde buyuruyor ki:
İmâm-ı a'zam Ebû Hanife İsm-i a'zamın "Allah" lafza-i celali olduğunu söylemiştir. Tasavvuf büyüklerinin ve âriflerin ekserisi bunu kabûl eder. Çünkü onlara göre, makam sâhibini, sırf ismi ile zikrin fevkinde bir zikr yoktur. Nitekim Allahü teâlâ, Resûlüne En'âm sûresinin doksanbirinci âyet-i kerimesinde meâlen şöyle buyuruyor: "Yahudiler, Allahın kadrini gereği gibi tanıyâmadılar. Çünkü; 'Allah hiçbir insana, hiçbir şey indirmedi' dediler. (Vahyi ve kitâpları inkâr ettiler.) Onlara de ki: Mûsâ'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de parça parça kâğıtlar hâline koyup (işinize geleni) açıkladığınız; fakat çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin bilmediğiniz ve atalarınızın da bilmediği şeyler, size (Peygamber diliyle Kur'ân'da) öğretilmiştir. Ey Resûlüm, sen, Allah (o kitabı indirdi) de. Sonra onları bırak daldıkları batakta oynaya dursunlar..."
HİCRETE KARAR VERMİŞTİ Kİ!..
Bu mübarek zat, bulunduğu beldeden ayrılıp, muhâcir olarak Trablusşam taraflarına gitmeye ve orada yerleşmeye niyet etti. Buna karar verdiği gecenin sabahında namazdan sonra Sahih-i Buhâri'den bir kısım okumak için ev halkı ile beraber oturmuşlardı. Henüz okumaya başlamamıştı ki, kapı hafifçe aralandı. Kapının aralığından bir tüfek görüldü. Tüfeğin patlamasıyla, tüfekten çıkan merminin Muhammed Tâci'nin kalbine saplanması bir oldu. Mübarek, can havliyle; "Yâ Latif diye bağırdı. Böylece son sözü, Esmâ-i hüsnâ denilen, Allahü teâlânın doksandokuz ism-i şerifinden biri olan bu güzel kelimeyi (ismi) söylemek oldu. Katilinin kim olduğu bulunamadı...