Bu Anlattıklarının Hepsi Doğrudur
Behâeddîn Veled hazretlerinin vefatından sonra, Alâeddîn-i Keykûbâd günlerce ata binmedi, sarayında tahtına oturmadı. Kuru hasır üzerine oturarak taziye için gelenleri karşıladı. Camilerde pek çok Kur'ân-ı kerim hatimleri yaptırıp, öksüz ve fakirleri doyurdu, üstlerini giydirdi. Hepsinden meydana gelen sevabı, hocası Sultân-ül-ulemâ hazretlerine gönderdi.
Alâeddîn Keykûbâd, bir gün Behâeddîn Veled hazretlerinin bütün halka vaaz ve nasihat vermesini rica etti. Kaniî denilen yerde bir kürsî kuruldu. Bu yerin etrafında mezarlık bulunmaktaydı. İnsanlar kürsînin etrafında toplandılar. Kârîler (Kur'ân-ı kerîmi ezberleyenler) Yâsîn-i şerîfi okuduktan sonra, Sultân-ül-ulemâ hazretleri bu sûreyi tefsir etmeye başladı. Kıyametin kopmasını, kabirden kalkmayı, mahşer meydanına toplanmayı, güneşin bir mızrak boyu yaklaşmasını, insanların grup grup ayrılmasını, defterlerin uçarak ele gelmesini, mizan terazisini, sırat köprüsünü, ceza ve mükafâtı uzun uzun anlattı. Bunları inkâr edenlerin cehenneme, kabul edip de, Ehl-i sünnet itikadına uygun inanıp amel edenlerin, cennete gideceğini bildirdi. Öyle anlattı ki, orada bulunanlar içinde ağlamadık kimse kalmadı. O kabristanda yatan bazı kimseler, Allahü teâlânın emriyle kefenleri boyularında olduğu hâlde kabirlerinden çıktılar ve; “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü” dedikten sonra; “Ey Allah’ın veli kulu! Senin bu anlattıklarının hepsi doğrudur. Biz bu hâlleri burada yaşıyoruz, hepimiz şahidiz." dediler ve tekrar mezarlarına girdiler. Dua edilirken de, her kabirden iki el çıkmış olduğu hâlde âmin sesleri duyuldu. Bu olanları, orada bulunan herkes hayretle görüp işitti.