Büyük Mutasavvıf Nizâmeddîn Hâmûş
Kendini bir 'hiç' kabûl ederdi!
Nizâmeddin-i Hâmûş, o büyük zâtın sohbetlerinde bulunmakla duyduğu lezzeti, başka şeylerde bulamıyordu. Bu sevgi ve teslimiyetinin meyvelerini kısa zamanda toplayıp, Hâce hazretlerinin en yüksek talebelerinden oldu. Zamânın en büyük âlim ve velilerinden biri olarak yetişti.
Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri şöyle anlatır: "Mevlânâ Nizâmeddin Hâmûş, güzellik ve letâfette kemâl derecesindeydi. İnsanların hâllerinden, ahlâklarından çok müteessir olurdu. Sâde olmayı tercih eder, süslenmekten hoşlanmazdı. Kendini bir hiç kabûl ederdi. Kendisinden meydana gelen kerâmetlerin de, hocalarının ve diğer büyüklerimizin latife ve sıfatları olduğunu söylerdi. Çünkü bu büyüklerin âdetleri, gönüllerini benlik dâvâsından uzak tutmaktı."
Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklerinden olan Seyyid Şerif Cürcâni hazretleri, Hâce Alâüddin-i Attâr'ın sohbetlerinde bulunurdu. "Alâüddin-i Attâr hazretlerinin sohbetine kavuşunca Rabbimi tanıyabildim" buyurmuştur. Seyyid Şerif Cürcâni hazretleri, bir gün Hâce Alâüddin'e; "Efendim, bendenizi talebelerinizden birine havâle edin. Sizden sonra onun sohbetlerine devâm edeyim" diye arz etti. Bunun üzerine onu, Nizâmeddin Hâmûş'a havâle ettiler. Seyyid Şerif Cürcâni, bundan sonra Mevlânâ Nizâmeddin'in sohbetlerine devâm etti...
"Beni bu işte müflis bıraktılar!"
Mevlânâ Nizameddin hazretleri son hastalıkları esnasında pek çok ağlayıp buyurdular ki:
Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr bizim ihtiyarlığımıza rastladılar ve ne hâsıl ettikse elimizden alıp götürdüler ve beni bu işte müflis bıraktılar. Gençliğimde, Hace Alâeddin hazretleri kemâl hâlindeki tasarruflarına rağmen bu fakiri tasarrufları altına alamamışlardı...