Saadet, Cennetlik olmak demektir. Şekâvet, Cehennemlik olmak demektir. Saadet ve Şekâvet, Allahü teâlânın iki hazînesi gibidir. Birinci hazînenin anahtarı, tâat ve ibâdettir. İkinci hazînenin anahtarı, mâsıyyet yâni günahlardır. Allahü teâlâ, her insanın saîd veya şakî olacağını ezelde biliyordu. Bu bilgisine (kader) denir.
Saîd olacağı ezelde bilinen kimse, Allahü teâlâya itaat eder. Ezelde, şakî olacağı bilinen kimse, hep günah işler. Dünyada herkes, saîd veya şakî olduğunu, amelinden anlayabilir. Âhireti düşünen din âlimleri, herkesin saîd veya şakî olduğunu böylece anlar. Dünyaya dalmış olan din adamı ise, bunu bilmez. Her izzet ve her nîmet, Allahü teâlâya, ihlâs ile itaat ve ibâdet etmektedir. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hâsıl olur. İslâm âlimleri buyurdular ki:
Üç şey, üç şeye sebeptir: Tâat, Allahü teâlânın rızasını kazanmaya sebeptir. Günah işlemek, Allahü teâlânın gadabına sebeptir. Îman etmek, şerefli ve kıymetli olmaya sebeptir... Bunun için, küçük günah işlemekten de çok sakınmalıdır. Allahü teâlânın gadabı, bu günahta olabilir.
Her mümini kendinden iyi bilmelidir. O mümin, Allahü teâlânın çok sevdiği kulu olabilir. Herkes için ezelde yapılmış olan takdîr, hiç değiştirilemez. Hep günah işleyip, hiç tâat yapmamış olan bir Müslümanı, Allahü teâlâ, dilerse affeder. Bekara sûresinin otuzuncu âyetinde, Melekler, meâlen, (Yâ Rabbî! Yer yüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun) dediklerinde, (Onlar fesat çıkarmazlar) demedi. (Sizin bilmediklerinizi ben bilirim) buyurdu. (Lâyık olmayanları lâyık yaparım. Uzak kalanları yaklaştırırım. Zelîl olanları azîz ederim) buyurdu. (Siz onların işlerine bakarsınız. Ben kalblerindeki îmana bakarım. Siz, günahsız olduğunuza bakıyorsunuz. Onlar, benim rahmetime sığınırlar. Sizin günahsız olduğunuzu beğendiğim gibi, Müslümanların günahlarını affetmeyi de severim. Benim bildiğimi sizler bilemezsiniz. Îmanı olanları, ezelî olan lütfuma kavuşturur, ebedî olan lütfum ile hepsini okşarım) buyurdu.