İbn-i Nüceym
Allahü teâlâ, adâlet yapmak emrettiği gibi, ihsân etmeyi de emrediyor. A'râf sûresi, ellibeşinci âyetinde meâlen, (İhsân edenlere, elbette rahmetim çok yakındır) buyuruldu. Yalnız adâlet yapanlar, dinde sermâyelerini kurtarmış olur. Amma kâr, ihsân edenleredir. Aklı olan, âhiret kârını hiç kaçırır mı? İhsân, emredilmeyen iyiliği yapmaktır. Îsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmaktır. İnsana lâzım olan şeylerde isâr yapılır.
Müşteri, fazla ihtiyâcı olduğu için, çok para vermeye râzı olsa bile, çok kâr istememelidir. Sırri Sekâti'nin "kuddise sirruh" dükkânı vardı. Yüzde beşten ziyâde kâr istemezdi. Bir kerre, altmış altınlık bâdem içi almıştı. Bâdem fiyâtı ansızın yükseldi. Dellâl, bâdem satmak için geldi. Altmışüç altına sat dedi. Dellâl, bugün, bu kadar bâdemi, doksan altına alıyorlar deyince, ben yüzde beşten fazla kâr almamaya karâr verdim. Karârımı değiştirmem buyurdu. Dellâl da, ben de senin malını aşağı fiyâtla satamam dedi ve satmadı. O da, yüksek fiyâtla satmaya râzı olmadı. Bâdemler satılamadı. İşte ihsân böyle olur... Muhammed bin Münkedir, din büyüklerindendi. Mağazası vardı. Çeşitli kumaş satıyordu. Kimisinin zirâı [günümüzde bir zirâ' 0,48 metredir] beş altın, kimisinin, on altın idi. Bir gün, kendisi yok iken, çırağı, bir köylüye, beş altınlık kumaşı, on altına sattı. Kendi gelip, haber alınca, akşama kadar köylüyü arattırdı. Köylüyü görünce, bu kumaş beş altından ziyâde etmez dedi. Köylü, ben bunu, seve seve aldım deyince, ben kendime uygun görmediğimi din kardeşime de uygun görmem. Yâ satıştan vazgeç, yâhut beş altını geri al, yâhut da gel, on altınlık kumaştan vereyim buyurdu. Köylü beş altını geri aldı.
"BU MERT KİMDİR?"
Sonra, birisine, bu mert kimdir diye sordu. Muhammed bin Münkedir dediler. Bu ismi duyunca "Sübhânallah! Bu, öyle kimsedir ki, çölde susuz kalınca yağmur duâsına çıkıp, onun adını söylediğimiz zamân rahmet yağıyor" dedi.
Büyüklerimiz az kârla, çok iş yapar, bunu dahâ bereketli bulurlardı...