Bir gün namaz kılarken, yirmi bin dirhem değerindeki atının çalındığını gördü. Fakat ne namazı bozdu, ne de üzüldü. Yanında bulunanlar: “Nasıl oldu bu iş, yazık oldu atına!” diye kendisini teselli ediyorlardı. O ise; “Atın yularını çözerken çalan adamı görmüştüm” dedi. Onların; “O hâlde niçin mâni olmadınız?” demeleri üzerine; “Atımdan daha sevimli olan bir şey ile, yâni namaz kılmakla meşguldüm. Onu kaçıramazdım” dedi. Adamlar hırsıza bedduâ etmeye başlayınca, Rebî; “Hayır, bedduâ etmeyin. Ben atımı ona hediye ettim. Sadakam olsun” dedi.
Rebî bin Haysem, gözünü haramlardan o derece korur ve etrafına bakınmazdı ki, bazıları onu kör zannetmişlerdir. Yirmi sene Abdullah ibni Mes’ud ile berâber bulundu. Hatta İbn-i Mes’ud’un “radıyallahü anh” câriyesi onu görünce; “Âmâ dostun geliyor” derdi. İbn-i Mes’ud “radıyallahü anh” da onun bu sözüne gülerdi. Çünkü onu içeri almak için kapıyı açtığı zaman gözlerini kapamış ve başını yere eğmiş görürdü. İbn-i Mes’ud ona bakınca; Hac sûresinin “Tevâzu ile yalvaranları müjdele!” meâlindeki 34. âyetini okur. “Vallahi Peygamber efendimiz seni görseydi sevinirdi” buyururdu.
Kimseyle münakaşa etmez, kimseye kötü söz söylemezdi. Bir gün kendisine biri kötü sözler söyleyince, ona; “Söylediklerini Allahü teâlâ duyuyor. Şâyet ben, Cennet ile aramdaki güçlükleri aşıp Cennet’e girersem, senin sözlerinin bana zararı yoktur. Sırat köprüsünden geçemezsem, anlarım ki; söylediklerinden de kötü bir insanım” buyurdu.
Bir gün Rebî bin Haysem İbn-i Mes'ud “radıyallahü anh” ile demirciler çarşısına gitti. Orada körüklerin üfürülüp ateşlerin alevlendiğini görünce, Cehennem ateşini hatırlayarak düşüp bayıldı. İbn-i Mes'ud “radıyallahü anh”, namaz vaktine kadar başı ucunda beklediyse de, ayılmadığını görünce, onu arkasına alarak evine getirdi ve tam 24 saat baygın kaldı. Bu sebepten beş vakit namazını kılamadı. Başından ayrılmayan İbn-i Mes’ud “radıyallahü anh”; “İşte Allah’tan böyle korkulur!” demiştir.