Bir kimse gizlide ve açıkta ve bütün hâllerinde Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve selem” ilim, îtikâd, âdet ve ibâdetlerindeki amelinde ne kadar tâbi olursa, O'na benzerse, onu o kadar kâmil bilmelidir. Resûlullah'a uymakta kusur ettiği kadar noksandır. Bu sebeple Nakşibendiyye büyükleri, sünnet-i seniyyeye uymakta en yüksek dereceye varmak için sanki yarış etmişlerdir. Tâbi olma bakımından Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme benzemelerindeki kemalleri, fazîletlerine üstünlüklerine delildir. Bizim gibi zayıf himmetli, Resûlullah'a tam mânâsıyla tâbi olamayanlar, nâfilelerle çokça meşgul olmasa da fakat farzları yerine getirirse, bilhassa muâmelelerde, ibâdetlerde, âdetlerde, haramları, mekruhları, şüphelileri terk ederse, bu da büyük kazançtır. Eğer insanın himmeti bu dereceden de aşağı olur, şeytan ve nefse uyarak haramları işlerse, artık kulların haklarını zâyi etmeye başlar. İşlenen günahları Allahü teâlânın merhâmet edip affetmesi, din büyüklerinin şefâatine kavuşmak ümid edilirse de, kul hakları için böyle bir bağışlanma yoktur. Bu hususta âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler çoktur. Hepsini buraya yazmak mümkün değildir. Bunlardan ikisi şöyledir:
"Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir."
(Kendi için istediğini din kardeşi için de istemeyen, iman etmiş olmaz.)
“Hanımına, çocuklarına, hizmetçilerine ve diğer emri altında olanlara öyle muâmele etmeli ki, hepsi sizden râzı olsunlar ve sizi sevsinler. İyi bir insan ve onların dert ortağı olduğunuza, kendilerine güçlerinin yetmeyeceği şeyleri yüklemeyeceğinize iyice inansınlar. Bununla berâber onlardan bâzısının hased, kıskançlık sebebiyle birbirinden memnun olmamaları önemli değildir. Âmir mevkiinde olanları, kendilerine itâat etmekle ve hizmetlerini yerine getirmekle memnun etmeli. Yalnız günah olan emirleri yerine getirilmez. Peygamber efendimiz; (Allahü teâlâ katında günah olan şeylerde, kula itâat olunmaz) buyurdu.”