Peygamber efendimiz ona; "Yâ Mevlânâ Câmi, ben Arabca konuşuyorum, sen de Arabca konuş" buyurunca, Arab zannettiğim o zâtın Mevlânâ Abdürrahmân Câmi olduğunu anladım. Mevlânâ Câmi, Peygamberimize; "Yâ Resûlallah! Bir hatâmdan dolayı sizden özür dilemiştim. Acabâ özrüm makbûl olmadı mı?" dedi. Peygamber efendimiz; "Ne yolla itirâz etmiştin?" buyurunca, şöyle dedi: "Sizi methetmek için yazdığım bir kasidemde; "Onun sırrına eremiyorum, O Arabdır, ben ise Acemim" demiştim" dedi. Peygamber efendimiz; "Beis yok, Farsça konuşman da makbûl dür" buyurdu. Sonra Peygamberimiz, Mevlânâ Câmi'ye hitâben; "Şu oturan kimseyi bilir misin?" diyerek İbn-i Kemâl Paşayı gösterdiler. Mevlânâ Câmi; "Bilmem yâ Resûlallah" dedi. Peygamber efendimiz; "O, İbn-i Kemâl Paşadır ve hâlen ümmetimin müftisidir." Buyurdu. Sonra da beni göstererek; "Ya onun arkasında oturan şu kimseyi bilir misin?" buyurdu. Mevlânâ Câmi yine; "Hayır Yâ Resûlallah" dedi. Peygamber efendimiz; "O, Ebüssü'ûd bin Yavsi'dir. O da ümmetimin müftisi olsa gerektir." buyurdu. Bu sâdık rüyâdan tam otuz yıl sonra, bu âcize fetvâ işleri vazifesi verildi.