" Molla! Medresemizde yalnızca bir tek boş hücre vardır. Onu da cin tâifesi zabtettiği için senin kalabileceğin bir hücremiz yoktur." Sultânım, o hücreyi bize ihsân eylen de, cenâbınızdan teyemmünen ve teberrüken biraz ilim okuyalım." Hoş, mollam; sizden hücre esirgemezüz... Ve güzel buyurursuz amma; ol hücreye kim girdi ise, sabahısı meyyiti taşra çıktı." Ne olursa olsun; siz yine de o hücreyi bize bağışlayınız.Dersiâm bu ısrar üzerine hücrenin anahtarını Kemâlpaşazâde'ye uzatırken üzgün ve düşünceli:" Mollam, der, dünya âhiret hakkını helâl eyle.Kemâlpaşazâde, Eûzü-Besmele ile hücrenin kapısını açıp yerdeki pöstekiyi silkeleyerek üzerine yerleşir. Yatsı vaktinden sonra medresenin vazifeli kapıcı ve müderrisleri Kemâlpaşazâde'nin hücresi önüne, eski âdetleri icâbı bir teneşir, bir tabut, kazan, tencere ve gayrı levâzımâtı getirip sabah için hazır ederler. Herkes techiz ve tekfin için hazırlanmaya başlar. Nihâyet gece yarısına doğru, genç molla dersiyle meşgul iken duvarın kıble tarafı birden iki şakk olup, yaşlıca ve zayıf bir ihtiyar, elinden tuttuğu 15 yaşlarında bir kız ile içeri girip, "es-Selâmü aleyk" diyerek bir müddet konuşup sohbet ederler... İhtiyar, sözlerinin sonunda der ki:" Ey oğul! Bu evlâdımı sana Allah emâneti veririm. Buna ilim tâlim edip namazın şartlarını ve rükünlerini öğretesin. Kemâlpaşazâde o gece kızcağıza namazı öğrettikten ve gerekli sûreleri ezberlemek üzere bir kâğıda yazdıktan sonra kendi dersiyle meşgul olur. Sabah ezanlarıyla birlikte duvar yine yarılıp ihtiyar içeri girer ve der ki:" Oğul! Allah senden râzı olup saâdet-i dâreyne nâil olasın. Ben ecinne meliklerinden Esfâil nâm melikim. Her defasında bu hücreye gelip konanlara bu evlâdımı emânet verip giderim. Onlar Allah emânetine hıyânet edip evlâdıma el uzatırlar. Ben de derhal onları katlederim. Şimden gerû var sana bütün gizli ve saklı ilimler, bütün acâibât ü ilmiyyât keşf ola ve müfti's-sekaleyn olasın. Bu Bâyezid oğlu Selim nâm hükümdar, istikbâlde Mısır fâtihi olacaktır. Onunla bile Mısır'a gidip, orada benim birâderim melikdir, orda dahi ecinneye sol tarafından, beni âdeme sağ tarafından fetvâ verüp şeyhu'l-İslâm-ı sekaleyn ol. Aslâ dünya çirk-âbına tamah etme. Her sabah seccâden altında biner altun bulup fukarâya tasadduk eyle.Bu duâdan sonra ihtiyar, evlâdını yine elinden tutarak, duvardan kaybolur gider. Sabah olup da Kemâlpaşazâde taşra çıkınca görse kim, kapusu önünde imam ve müezzin ve cemaat tabut hazır edüp su ıssı eylemişler. Mollayı görüp hepsi hem hayret, hem şükrederler. O da keşf-i râz (bu sırrı ifşâ) etmeyip daha sonra o hücrede tekmil-i ilm ile öyle âlim ü fâzıl olur ki; asrının yegânesi, mütebahhirinden mânâ denizlerinin dalgıcı olur. Kemâlpaşazâde hazretleri, Süleyman Hân Gâzi asrında Mısır kadı askerliğinden ma'zûl İslâmbol'da şeyhu'l-İslâm iken dâr-ı selâmı selâmlayıp yani vefat edip Edirnekapısı hâricinde medfûndur. Masru' (sar'alı) olan canlar yedi cumartesi sabahında ziyaret edüp misk ü anber kokulu toprağından bir tadımlık tenâvül etseler, Allâh'ın izniyle kurtulurlar."