Muhammed Bahşî
Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma sordu, (Yâ Mûsâ! Benim için ne amel yaptın?) Yâ Rabbi! Senin için namaz kıldım ve oruç tuttum ve zekat verdim ve ismini çok zikrettim deyince, Allahü teâlâ, (Namaz kılmak, senin için burhandır. Oruç, seni Cehennemden koruyan kalkandır. Zekat, mahşer günü herkes sıcaktan yanarken sana gölge yapacaktır. Zikir de, o gün karanlıkta sana nûr olacaktır. Benim için ne yaptın?) buyurdu.
Mûsâ aleyhisselâm, "Yâ Rabbi! Senin için olan amel nedir?" dedi. Allahü teâlâ, (Sevdiğim kulumu, benim için sevdin mi ve düşmanımı düşman bildin mi?) buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevdiği amelin, Onun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek olduğunu anladı.
Sevgilinin sevdiklerini sevmek ve düşmanlarına düşman olmak, sevginin alametidir. Bu dostluk ve düşmanlık, seven kimsenin elinde değildir. Kendiliğinden hasıl olur. Halbuki başka ibadetleri yapmak için arzu ve niyet etmek lazımdır. Dostun sevdiği kimseler insana güzel görünür. Düşmanlar da çirkin görünür. Dünyadaki sevgilerin de böyle olduğunu herkes bilir. Bir kimse, birisini seviyorum deyince, onun düşmanlarını düşman bilmedikçe buna inanılmaz. Münafık olduğu anlaşılır.
Şeyh-ul-islâm Abdüllah-i Ensâri diyor ki: (Ebül-Hüseyn bin Sem'ûn, bir gün hocam Muhammed Husri'yi incitmişti. O günden beri onu sevmiyorum. Bir kimse, üstadını incitir, sen de o kimseye darılmaz isen, köpekten aşağı olursun). Allahü teâlâ, Mümtehine sûresinde buyuruyor ki: (İbrahim aleyhisselâm ve Eshabı, kafirlere, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Size inanmıyoruz. Sizin, bir olan Allaha inandığınızı anlayıncaya kadar aramızda düşmanlık olacaktır, dediler. Bunların bu güzel halleri size nümune olmalıdır). Sonraki âyet-i kerimede, (Allahü teâlâya ve ahiret gününe inananlara burada güzel nümune vardır) buyurmaktadır.