Niyet Hayır âkıbet Hayır
"Öyle bir soru soracağım ki!.."İbn-üs-Sakkâ; "Ona bir soru soracağım ki cevâbını veremeyecek" dedi.
Ebû Said Abdullah; "Ben de bir soru soracağım. Bakalım cevap verebilecek mi?" dedi.
Edeb timsâli olan Abdülkâdir-i Geylâni de "Allah korusun. Ben nasıl soru sorarım. Sâdece huzûrunda beklerim, onu görmekle şereflenir, bereketlenirim" dedi.
Nihâyet Yûsuf-i Hemedâni hazretlerinin huzuruna vardılar. O mübarek zat İbn-üs-Sakkâ'ya dönerek; "Yazıklar olsun sana, ey İbn-üs-Sakkâ! Demek bana, cevâbını bilemeyeceğim suâl soracaksın ha! Senin sormak istediğin suâl şudur. Cevâbı da şöyledir. Ben görüyorum ki, senden küfür kokusu geliyor" buyurdu.
Sonra Ebû Said Abdullah'a dönerek; "Sen de bana bir suâl soracaksın ve bakacaksın ki, ben o suâlin cevâbını nasıl vereceğim. Senin sormaya niyet ettiğin suâl şudur ve cevâbı da şöyledir. Fakat sen de edebe riâyet etmediğin için, ömrün hüzün ile geçecek" buyurdu.
Sonra Abdülkâdir-i Geylâni'ye döndü ve; "Ey Abdülkâdir! Bu edebinin güzelliği ile, Allahü teâlâyı ve Resûlünü râzı ettin. Ben senin Bağdat'ta bir kürside oturduğunu, çok yüksek bilgiler anlattığını ve; 'Benim ayağım, bütün evliyânın boyunları üzerindedir' dediğini sanki görüyor gibiyim" buyurdu ve sonra gözden kayboldu...
Uzun seneler sonra...
Aradan uzun seneler geçti. Hakikaten Abdülkâdir-i Geylâni zamânında bulunan evliyânın en üstünü, baş tâcı oldu... Ebu Said Abdullah ise sıkıntılar içinde bir ömür sürdü...
İbn-üs-Sakkâ'ya gelince, o da şöhretli bir âlim oldu. Çok güzel konuşurdu. Fakat hep aklı ön plana çıkarırdı. Şöhreti zamanın sultanına ulaştı. Sultân onu elçi olarak Bizans'a gönderdi. Orada İmparatorun kızına âşık oldu. Kız, "Hristiyan olursan seninle evlenirim" deyince, Hristiyan oldu.
Bu hâdiseyi anlatan zât diyor ki:
"Bir gün onu gördüm. Ölmek üzereydi. Yüzünü kıbleye döndürdüm, fakat o, başka tarafa dönerek son nefesini verdi."