Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâbını sohbet ile olgunlaştırmıştı. Bu olgunluğun en yükseğine kavuşan Hazreti Ebû Bekir (radıyallahü anh) oldu. Peygamber efendimizin mübârek teveccühlerine ençok kavuşan Hazreti Ebû Bekir’di. Peygamberlerden “aleyhümüsselâm” sonra, insanların en üstünü oldu. Onun bu üstünlüklere kavuşması, Peygamber efendimize en önce imân etmesi, bütün malını Allah yolunda harcaması ve canını fedadan hiç çekinmemesi sebebiyledir. Eshâb-ı kirâm arasında onun önüne hiç kimse geçemedi. Peygamber efendimiz harb için orduya yardım istediği zaman, Hazreti Ebû Bekir bütün malını getirdi. Resûlullah efendimiz, “Evine ne kadar mal bıraktın?” buyurunca, o da “Allahü teâlâyı ve Resûlünü...” diye cevap verdi. Yani hiç yok olmayanı bıraktığını söyledi. Çünkü, ebedî, bakî olan ancak Allahü teâlâdır.
Bu hâdiseyi Ebû Bekr el-Vâsatî şöyle izah buyuruyor “Eğer, Resûlullah efendimizi görmenin heybeti kendisini sarmamış olsaydı “Resûlünü bıraktım” demez “Allahü teâlâyı bıraktım” der idi. Peygamber efendimiz vefât edince, O’nu görmenin heybeti kalmadı. Ondan sonra da, Allahü teâlâdan başka bir şeyi görmedi. O zaman Âl-i İmrân sûresinin. 144. “(Hazreti) Muhammed (aleyhisselâm) ancak bir Peygamberdir. O’ndan önce birçok Peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür veya öldürülürse, siz ardınıza dönüverecek misiniz? (Dininizden dönecek veya savaştan kaçacak mısınız?) Kim ardına dönerse, elbette Allaha hiçbir şeyle zarar veremez...” meâlindeki âyetini okudu. Ayrıca “Kim, Resûlullaha (aleyhisselâm) tapıyorsa, bilsin ki, o vefât etmiştir. Ama kim Allahü teâlâya tapıyorsa O diridir” buyurdu.