Kur’ân-ı kerimde insanların söyleyemeyeceği şeyler pek çoktur. Birkaçı şöyledir:
İcaz ve belagat: Yani az söz ile pürüzsüz ve kusursuz olarak, çok şey anlatmaktır. Bütün şairler, edebiyatçılar, Kur’ân-ı kerimin nazmında ve manasında âciz ve hayran kalmışlar, bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İcazı ve belagati insan sözüne benzemez. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozulur. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayan bulamamıştır.
Âyetler, yani sözler ve cümleler, Arapların sözlerine ve şiirlerine hiç benzemez. Kur’ân-ı kerimin yanında onların sözleri, cam parçalarının elmasa benzemesi gibidir. Geçmiş insanların bilinmeyen hallerinden birçok şey Kur’ân-ı kerimde bildirilmektedir. İleride olacak şeyleri bildirmektedir. Çoğu meydana çıkmış ve çıkmaktadır. Mesela, Rum sûresinin 3. âyetinde mealen, (Rumlar, en yakın bir yerde mağlup oldu. Hâlbuki onlar, bu mağlubiyetten sonra birkaç yıl içinde galip gelecektir) buyuruldu. Bu âyet, Rum Kayseri Heraklius’un İran Şahı Husrev Perviz’e galip geleceğini önceden haber verdi. Aynen vaki oldu.
Allahü teâlâ, her asırda en az bir kişiyi Peygamber olarak göndermiş, ona çeşitli mucizeler vermiştir. Mesela, Hazret-i Musa zamanında sihir, büyücülük çok ilerlemişti. Hazret-i Musa âsâsını yere koyup büyük bir ejderha olmuş, sihirbazların ellerindeki aletleri, ipleri yutmuştur... Hazret-i İsa zamanında tıp çok ileri idi. Hazret-i İsa mucize olarak, körleri iyi etmiş, ölüleri diriltmiştir... Bizim Peygamberimizin zamanında ise, edebî söz ve yazı sanatı çok ileriydi. Yarışmada birinci olan şiir, yazı ve konuşmalar Kâbe duvarına asılırdı. Kur’ân-ı kerim gelince bunlar indirilip yerine, gelen âyetler kondu. İnatçı kâfirler hariç herkes Kur’ân-ı kerimin Allah’ın kelamı olduğuna inandı.