Sefer Efendi
Sebeblere yapışmak, Peygamberimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" sünneti ve âlimlerimizin âdeti idi. Tevekkül ise; bu sebeblere güvenmemektir ki, ba'zan fâideleri olmaz. Sebebleri yaratana ve gönderene güvenmelidir. Böyle sebebleri bırakmak günâh değildir. Tevekkülün çok olmasındandır. Demek ki, yememek, içmemek günâhtır. İbrâhim-i Havvâs "kuddise sirruh" tevekkül sâhibi idi. Uzak yolculukta, yiyecek almaz, fakat iğne, çakı, ip, kova alırdı. Çünkü bunlar, yüzde yüz tesir eden, yani her zamân fâidesi olan sebeblerdir. Çünkü çölde, kuyudan su, ipsiz ve kovasız çıkmaz. Elbise yırtılınca iğnenin işini, başka bir şey yapamaz... Tekrâr bildirelim ki, tesiri kati olmayan sebebleri de terk etmek tevekkül değildir. Sebebe yapışmak ve sebebe değil, Allahü teâlâya güvenmek tevekküldür...
Vaktiyle bir kimse, zâhid olmak, dünyâdan el çekmek ister. Dağda bir mağaraya girip, tevekkül eder, rızık bekler. Günler geçtiği hâlde, bir şey gelmez. Açlıktan öleceği sırada, Allahü teâlâ, o zamânın Peygamberine "aleyhissalâtü vesselâm" emreder ki: "Git, o ahmak adama söyle! Şehre girip insanlar arasına karışmazsa, onu açlıktan öldürürüm. O, benim âdetimi bozmak mı istiyor?"
Peygamber haber verince, şehre gelir. Şehirde, her taraftan bir şey getirilir...
"Kullarımın rızkını, doğrudan doğruya göndermeyip, kullarımın eli ile, onlara göndermeyi severim" meâlindeki âyet-i kerime meşhûrdur.
RIZIK, İNSANI KOVALAR!..
Bir kimsenin, şehirde saklanıp veyâ evine kapanarak, tevekkül etmesi harâmdır. Kat'i olan sebebleri bırakmak câiz değildir. Şehirde, evin kapısını kapamaz veyâ gelenlere açarsa, tevekkül etmiş olursa da, aklı kapıda olmamak, bir şey getiren var mı diye düşünmemek lâzımdır. Kalbi Allahü teâlâ ile olmalı. İbâdet ile meşgûl olmalıdır. Hiçbir sebeb görünmese de, rızkın kesilmeyeceğini iyi bilmelidir. İnsan, rızkından kaçarsa, rızkı onu kovalar demişlerdir ki doğrudur. Bir kimse, cenâb-ı Hakka, yâ Rabbi! Bana rızık verme diye duâ etse, Allahü teâlâ buyurur ki: "Ey câhil! Seni yarattım. Rızkını vermez miyim?" O hâlde, tevekkül etmek, sebeblere yapışmak, fakat sebeblere değil, sebebleri yaratana güvenmek demektir...