Selâhaddîn Uşâkî
Tevekkül etmek, çalışmamak demek değildir. Çünkü Ebû Bekr "radıyallahü anh", her işinde tevekkül sâhibi idi. Halife seçildiği zamân, çarşıda kumaş satıyordu. (Yâ Halife! Devlet idâre ederken, ticâret yapmak olur mu?) dediklerinde, (Çoluk çocuğuma bakmazsam, millete nasıl bakarım?) buyurdu. Bunun üzerine, halifeye Beyt-ül-mâldan aylık vermeyi uygun buldular. Bundan sonra, her sâat, millet işleri ile uğraştı. Kendisi tevekkül edenlerin en yükseği iken, ticâret ederdi. Fakat, para kazanmayı düşünmezdi. Kazancını sermâyesinden, çalışmasından bilmez, Hak teâlâdan bilirdi. Malını, din kardeşlerinin malından dahâ çok sevmezdi.Tevekkül etmek için zühd lâzımdır. Zâhid olmak için ise, tevekkül lâzım değildir...
Tasavvuf adamlarının çarşıda, pazarda, halk arasında dolaşmaları, tevekkülün az olduğuna alâmettir. Evlerinde oturmaları, Allahü teâlâdan beklemeleri lâzımdır. Meşhûr yerde, tekkede oturmaları da, çarşıda oturmak gibidir ki, kalblerinin râhat etmesinin, şöhretlerinden ileri geldiği tehlikesi vardır. Fakat, şöhret hâtırlarına gelmezse, çalışan insan gibi, tevekkül etmiş olurlar.
Hülâsa, tevekkülün esâsı, insanlardan bir şey beklememek, sebeblere güvenmemek, her şeyi, yalnız Allahü teâlâdan beklemektir.
ÜMİDİ KALMAYINCA!..
Ahmed ibni Hanbel "rahmetullahi teâlâ aleyh", bir işçi tutmuştu. Talebesine, (İşçiye, gündeliğinden fazla bir şey ver) dedi. İşçi, almadı. İşçi gidince, talebesine, (Arkasından gidip, o şeyi ver! Şimdi alır) dedi. Talebe, sebebini sorunca; (O zamân, bir şey vereceğimizi kalbi umuyordu. Onun için almadı. Şimdi, giderken hiç ümidi kalmadığı için, alması, tevekkülüne zarar vermez) dedi...