Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı ile, olgun ve oldurabilen bir zat ele geçerse, onun şerefli vücûdunun kıymetini bilmelidir. Kendini ona tâm teslîm etmelidir. Kendi saadetini onun rızasına kavuşmakta aramalıdır. Onun râzı olmadığı şeyleri, kendi için felaket bilmelidir. Kısaca, bütün istekleri, onun rızasına kavuşmak olmalıdır. Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bir kimsenin bütün istekleri, benim getirdiğim şeyler olmadıkça, îman etmiş olmaz) buyurdu. Sohbetin edeblerine uymak ve şartlarını gözetmek, herhâlde lâzımdır. Feyz yolu, ancak bununla açılır. Bunlar gözetilmezse, hiçbir şey elde edilemez. Ondan fayda elde edilemez.
Tâlib, gönülden, her şeyi çıkarıp, bütün varlığı ile pîrine bağlanmalıdır. Onun yanında, ondan izin almadan, kendi gölgesi, onun elbisesine veya gölgesine düşmeyecek bir yerde durmaya veya oturmaya dikkat etmelidir. Onun namaz kıldığı yere hiçbir zaman basmamalıdır. Onun abdest aldığı yerde abdest almamalıdır. Onun kullandığı kapları kullanmamalıdır. Onun yanında, bir şey yememeli, içmemeli ve kimse ile konuşmamalıdır. Hiç kimseye, hiçbir yere bakmamalıdır. O yok iken, onun bulunduğu yere doğru ayak uzatmamalıdır. O yere doğru tükürmemelidir. Onun her yaptığını, her söylediğini doğru ve iyi bilmelidir. O her şeyi ilhâm ile ve izin ile yapar. Bunun için, hiçbir işine, bir şey söylenemez. İlhâmında hatâ olsa bile, ilhâmda yanılmak, ictihâdda yanılmak gibidir. Ayıplamak ve karşı gelmek câiz olmaz. Bu yolda vâsıta olanı seven bir kimseye, Onun her yaptığı ve her sözü sevgili gelir. Ona karşılık vermenin yeri olmaz. Her işte, yemekte, içmekte, elbise giymekte, yatmakta ve ibâdetlerde, hep ona uymalıdır. Namazı onun gibi kılmalıdır. Fıkhı, onun ibâdetlerini görerek öğrenmelidir.