Talebenin Terine Karşılık Olarak Kan Veren Zat
Şeyh Şâhî, ilim öğrenmekteki aşk ve gayreti ile kısa zamanda yetişip, büyük âlimlerden, zamânında bulunan evliyânın önde gelenlerinden oldu. Etrafında toplanan talebelere ders okutmaya başladı. Her biri ilim âşığı olan talebelerini çok sever, onlara ve herkese şefkat ve merhamet gösterirdi. Bir defâsında talebeleri dışarıda güneş altında bekliyorlardı. Beklemeleri uzun sürünce, terlemeye ve terleri toprağa damlamaya başladı. Bu hâli fark eden Hâce Şâhî, hacâmatçıyı (kan alan kimseyi) çağırmalarını istedi. "Onu ne yapacaksınız?" diye suâl edildiğinde; "Talebelerimden akan ter kadar benden kan almasını isteyeceğim" buyurdu.
Bir gün talebeleri ile birlikte bir yere gittiler. Gittikleri yerde talebeler, yemek olarak pirinç ve süt pişirdiler. Yemek hazırlanıp önüne getirildiği zaman Hâce Şâhî yemeğe nazar etti (baktı) ve; "Bu yemekte hıyânet kokusu vardır, biz bundan yiyemeyiz" buyurdu. Talebelerin hepsi hayret edip; "Bizden hiç birimiz hıyânet etmemiştir" dediler. Pirinç ve sütü pişiren iki kişi hazret-i Hâce'nin huzûruna geldiler, dediler ki:
"Efendim! Sütü pişirirken süt köpürmüştü, taşacaktı. Mecbûr kalıp, taşmaması için sütten bir miktar alıp içtik, şimdi ise bu kabahatimize pişmân olduk. Özür dileriz."
Hâce Şâhî, "Yemek, dostlarımızın (talebelerimizin) önüne gelmeden, o yemekten yiyen hıyânet etmiş olur. Fakat, mâdemki siz özür diliyorsunuz, pişmân oluyorsunuz, öyleyse affettim" buyurdu.
Hâce Şâhî, gâyet mütevâzı, alçak gönüllü idi. Kendisini bir şey yapmaktan âciz, zavallı görürdü. Şöyle anlatılır:
Nizâmüddîn Ebü'l-Müeyyed'in bir rahatsızlığı vardı. Hâce Şâhî'ye gelerek kendisine himmet etmesi, derdine çâre bulması için yalvardı. O da özür dileyip; "Siz bizim büyüğümüzsünüz. Biz nasıl olur da size himmet edebiliriz?" buyurdu. Nizâmüddîn; "Elbette bize duâ ve himmet etmeniz lâzımdır" diye ısrâr edince, Hâce Şâhî duâ etti ve Allahü teâlânın izni ile Nizâmüddîn'in rahatsızlığı geçip, sıhhatine kavuştu.