“üç Üstâdım Imansız Gitti!”
"Ben Süfyân-ı Sevri'yim"Bir seher vakti yine aynı yerde oturuyordum. O zat yine geldi, kovayı doldurup kuyudan çekti ve içip gitti. Artığını içtim. Tadı bal şerbeti gibiydi... Başka bir sefer yine böyle oldu. Bu sefer tadı şekerli süt gibiydi. Elbisesinden sıkıca tuttum; "Allah için söyle kimsin?" dedim. O; "Ben hayatta olduğum müddetçe kimseye söylemeyeceğine söz ver" dedi. Ben de kabûl ettim. "Ben Süfyân-ı Sevri'yim" dedi.
Evet, Süfyân-ı Sevri, işte böyle büyük bir velidir. Bu mübarek zat, Kûfe'de doğdu. Basra'da vefât etti. Tebe-i tâbiinin büyüklerindendir. Zamânındaki büyük âlimlerden ilim ve edeb öğrendi. Hadis ve fıkıh ilminde müctehid oldu. Meşhûr âlim ve velilerden Cüneyd-i Bağdâdi, Hamdun Kassâr bunun mezhebinde idiler. Mezhebi zamanla unutuldu...
Süfyân-ı Sevri'nin gözleri daima yaşlı idi. "Günahlarınıza mı ağlıyorsunuz?" diye soranlara "Evet günahlarım da çoktur lâkin ben imansız gitmekten çok korkuyorum" buyururdu.
Bu mübarek zat son nefeste imansız gitmekten çok korkardı. Daha genç iken beli kamburlaşmıştı. Sebebini sordular. Sebebini şöyle açıkladı:
-Üç üstâda talebelik yaptım. Hepsi de zamânının en âlimleriydi. Ölüm zamanında üçü de dünyâdan imânsız gittiler. Ben onların hâlini görünce, korkudan omurga kemiğim eğrildi. Hele üstâdımın birine uzun seneler hizmet ettim, talebelik yaptım. Hiçbir edebi terk ettiğini görmedim. Dünyâdan âhirete göçeceği zaman başucunda idim. Gözünü açıp;
-Ey Süfyân! Bana ne olduğunu görüyor musun? dedi. Ben de;
-Ey üstâdım, kendinizi nasıl buluyorsunuz? dedim. O da;
-Beni dergâhından kovuyorlar, kabûl etmiyorlar. Sen buradan git, bize lâyık değilsin diyorlar, dedi.
Sonra Süfyân hazretleri yanındakilerden Kur'ân-ı kerim istedi. Mushafı eline aldı ve şöyle buyurdu:
-Şâhid olunuz ki o, bu mushaftan ve içinde bulunanlardan nasipsiz öldü. Yahûdi dinini seçti ve can verdi. Allahü teâlâ dilediğini yapar!..