Tüster şehrine gittiğimde, Sehl bin Abdullah'ın evini ziyâret ettim. Halk evin bir odasına, "beyt-üs-sibâ" (yırtıcı hayvanlar odası) diyordu. Bunun sebebini sorduğumuzda, "Arslanlar, Sehl'i ziyârete gelirdi. O da, onları bu odada misâfir eder, et ikrâm eder, sonra da salıverirdi" dediler. Biz bu durumu Tüster halkından kime sorduysak aynı cevâbı aldık."
İbn-i Rüveym'e "Allahü teâlânın insanlar üzerine ilk olarak farz kıldığı şeyin ne olduğu soruldu. O da, "Mârifettir. Nitekim Allahü teâlânın, meâlen "Ben cinni ve insi yalnız bana ibâdet etsinler diye yarattım" (Zâriyât sûresi: 56) şeklinde bildirdiği âyet-i kerîmede ibâdet etsinler kısmını İbn-i Abbâs hazretleri, "Tanısınlar" şeklinde tefsîr etmiştir" buyurdu.
Tevekkülü, Ebû Bekr Dekkâk ve Sehl bin Abdullah'ın şu sözleri ne güzel anlatır:
"Tevekkül; yarını düşünmeyip, hayatının o günde son bulacağını düşünmektir. Tevekkül; kulun Allahü teâlânın irâdesine kendisini tam teslim etmesidir."
Tevekkülün şartı, Ebû Türâb Nahşebî'nin şu sözünde bildirilmiştir:
"Bedeni Allahü teâlâya ibâdette kullanıp, kalbiyle Rabbine bağlanmak, Allahü teâlânın kâfî olduğuna kalbin mutmain olması, verilirse şükredip, verilmezse sabretmektir."
Yahyâ bin Muâz hazretleri buyurdu ki:
"Allahü teâlâyı seversen, halk da seni sever. Allahü teâlâdan ne kadar korkarsan, insanlar da o kadar senden korkar. Sen ne kadar Allahü teâlâ ile meşgûl olursan, insanlar da o kadar seninle meşgûl olur."
Ebü'l-Hasan Dîneverî'den "Mârifet nedir?" diye soruldu. "Allahü teâlânın nîmetini görmek ve bu nîmetlere şükürden âciz olduğunu anlamaktır" buyurdu.
Yanan bir tandırın başında, mârifetden konuşuyorlardı. Ebû Nasr Serrâc, birden değişip ateşe doğru yürüdü. Tam ateşin ortasında Allahü teâlâya secde etti. Ateşten çıktığında yüzünde hiçbir yanma alâmeti görülmedi. "Bu hâl nedir?" diye sorulunca; "O'nun dergâhında gözyaşı dökenin, yüzünü yakmaya ateşin gücü yetmez" buyurdu.