Bir defâsında peygamberlerden Hûd aleyhisselâmın kabr-i şerîfini ziyâret için yola çıktı. Binlerce kişi onunla gitti. Bir defâsında da talebelerinden büyük bir cemâatle, hocası Ahmed bin Cu'd'u ziyârete gitmişti. Huzûruna vardıklarında; "Hoş geldiniz evladlarım. Yola çıktığınızdan beri melekler sizin etrafınızı sarmışlardı" dedi. Yalnız kaldığı zaman ortalığı bir nûr kaplardı. Kendisi bu nûrda kaybolur gibi olurdu.
Talebelerine nasîhat ederken; "Sizden biriniz nerede olursanız olunuz, herhangi bir sıkıntıya düşerse, beni vesîle ederek Allahü teâlâdan murâdını istesin. Biiznillah istediğine kavuşur. Allahü teâlâ, velî kulları vâsıtasıyla insanların müşküllerini çözer" buyurdu. Talebeleri sıkıntıya düştükleri zaman, Abdullah-ı Hadramî'yi vesîle ederek, Allahü teâlâdan sıkıntılarını gidermesini istediler. Hocalarının yetişerek, Allahü teâlânın izniyle onları sıkıntıdan kurtardığı çok defâ görüldü. Şöyle anlatılır:
Ebû Mehre adındaki zât, önceleri Sa'îd bin Îsâ'nın talebelerinin ileri gelenlerinden idi. Daha sonra Abdullah-ı Hadramî'nin sohbetlerinde bulundu. Onun sevdiği yüksek talebelerinden oldu. Bir zaman Ebû Mehre, ilk hocasını ziyârete gitti. Huzûruna girdiğinde eski hocasının hâtırının kaldığını gördü. Sonra kendisinde, his, zevk ve istek ne varsa kaybolduğunu anladı. Berâberinde amcasının oğlu vardı. O zaman Abdullah-ı Hadramî hazretlerini vesîle kılıp, Allahü teâlâya yalvardı. O ân Abdullah-ı Hadramî orada görüldü ve Ebû Mehre'yi düştüğü sıkıntılı durumdan kurtardı. O da eski hâline tekrar kavuştu. Sa'îd bin Îsâ, bu durumu görünce hayret etti. O zaman Abdullah-ı Hadramî buyurdu ki: "Bu talebenin elinden siz tuttunuz. Fakat kalbi bizimledir..." Daha sonra oradan ayrıldı.
Vefât edeceği zaman, yanında bulunanlara; "Yavrularım, melekler âlemini görüyorum. Melekler âleminde de Peygamberimizi görüyor, müşâhede ediyorum" dedi.