Biz De Kendimizi Fıkıh âlimi Sanırdık!

İmâm-ı a’zamın ismi, önceki âlimler ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından bildirilmiştir. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfte Resûlullah efendimiz buyurdular ki; “Ümmetimde Nu’mân isminde, Ebû Hanîfe künyesinde bir zât vardır. O, ümmetimin ışığıdır.” (Bunu üç kere tekrar ettiler.) Hazreti Ali Kûfe’de buyurdu ki: “Size, şehrimiz olan Kûfe’den çıkacak, Kur’ân ilimlerinde yüksek, kalbi ilim ve hikmetle dolu, Ebû Hanîfe künyesinde bir zâtı bildiriyorum. Âhır zamanda bir kavim, Râfizîlerin Hazreti Ebû Bekr ve Hazreti Ömer’e düşmanlıkları sebebiyle helak olmaları gibi, ona düşman olarak helak olurlar.”
İbrâhim Nehâî, Hammâd bin Ebî Süleymân’a buyurdu ki: “Ebû Hanîfe’ye yetişirsen, benden ona selâm söyle.” Bundan sonra da Ebû Hanîfe’yi methetti.
İmam-ı a’zam hazretleri, Eshâb-ı kirâmdan dört kişiyi gördüğü için Tâbiîndendir. Bunlar, Abdullah bin Ceza ez-Zebîdî, Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ebî Evfâ ve Ebü’t-Tufeyl Amir bin Vâsıle’dir (radıyallahü anhüm).
İmâm-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: “95 yılında hacca gittim. Orada Mescid-i haramda Resûlullahın Eshâbından Abdullah bin Ceza ez-Zebîdî (radıyallahü anh) ile karşılaştım. Buyurdu ki: Resûlullahtan işittim ki, (Kim Allahın dininde fakîh olursa, Allahü teâlâ ona bütün işlerinde kâfidir. Ona ummadığı yerden rızık verir) buyurdu.
Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) ise, 95 senesinde Basra’da gördüm. Buyurdu ki; Resûlullahtan işittim ki, “İlim öğrenmek, her Müslümana farzdır” ve “Hayra delâlet eden, hayrı yapan gibidir” buyurdu.
Mis’âr bin Kedâm hazretleri buyurdu ki: “İmâm-ı a’zamla beraber ilim taleb ettik. O bizi geçti. Onunla zühd taleb ettik yine bizi geçti. Onunla kelâm taleb ettik. Burada da bizi geçti.”
Yûsuf bin Halîl hazretleri diyor ki; “Biz kendimizi fıkıh âlimi sanır ve meclis kurardık. Ne zaman ki İmâm-ı a’zamın meclisine uğradım, sanki gözümden perde kalktı da gerçek fıkıh âliminin kim olduğunu anladım.”