Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, arkadaşı olduğunu düşünmeyip o evliyâlık güneşinin sohbetlerine devâm ederek icâzet verildi ve Şemdinli civârındaki Nehrî kasabasına gönderildi, talebe yetiştirmeye başladı. Bunların en büyüğü Seyyid Tâhâ-i Hakkârî olup kendi yerine halife tayin etti ve 1813 (H.1228)’de orada vefât etti. Bir sohbetinde şunları anlattı:
Üstadım Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri talebelerine ve sevenlerine nasîhat ederek buyurdu ki: Sizlere vasiyetim, size İslâmiyeti anlatan hocaya îtirâzı terk, Resûlullah'ın dînine ittibâ ve kendini aradan çekip, yok etmeyi bu yolun esâsı biliniz. Bu üçü olmadan bu yolda ilerleme olmaz. Bu yolun büyükleri kendilerine bağlı olanlardan gâfil değildir. Onlara kimse kafa tutamaz. Onlara kafa tutanın işi de, başı da, saâdeti de gider. Hanım, çocuklar, mal ve mülk, Allahü teâlânın emânetleridir. Emânetlerini istediği zaman alır...
Nefs-i emmâreden kurtulmanın alâmeti, insanların övmesi ile ayıplamasını, eşit görmektir. İnsanların rağbetine sevinip, aramamalarına, etrâfınızda dolaşmamalarına üzülmek, basitlik, büyük akılsızlık ve anlayışsızlıktır. En mühim vasiyetim şudur ki:
Ölümü, âhiret hallerini ve nîmetlerin hakîki sâhibini unutmayınız. Elden geldiği kadar peygamberlerin efendisinin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uymada ileri gitmeye çalışınız. Günde bin kere duyulmayacak kadar alçak sesle, Kelime-i tehlîl (Kelime-i tevhid) söyleyiniz. Hem kalbe yönelerek, hem de mânâsını düşünerek olsun. Böylece kalpte, hakîkî matlûbdan başka bir şey kalmasın. Zîrâ büyüklerin yolunda asıl maksad mâbûddur. İhlâs ne kadar çok olursa, evliyanın yardımı o kadar ziyâde olur. Evliyânın kalpleri, ilâhî nûrların çıkıp geldiği kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Hak teâlâ da hoşnuttur. Onların kalblerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur.