Ey Velî Hâtun! Bana Nasîhat Eder Misin?
Fâtıma-i Nişâbûriyye hikmetli sözler söyledi ve nasihatlerde bulundu. Kendisine; "Nasıl zikir yapıp Rabbimizi analım?" dediler. O; "Allahü teâlâyı zikrettiğin, andığın zaman, Allahü teâlânın seni gördüğünü düşün ve zikre devâm et" cevabını verdi. "İhlâs sâhibi kime denir?" dedikleri zaman da; "Kim, Allahü teâlâyı düşünerek amel ve ibâdet yaparsa, o kimse ihlâs sâhibidir" buyurdu.
Bir ara Kudüs'e gelmişti. Zünnûn hazretleri ona; "Bana nasihat eder misin ey veli hâtun!" dedi. O da; "Doğruluğa sarıl. İşlerinde nefsinle mücâdele et" buyurdu. Kendisinden sıdk ve takvâ sâhiplerinin hâlleri soruldu. O zaman; "Sıdk ve takvâ sâhipleri bu zamanda bir deryâ içindedirler. O deryânın dalgaları onlara çarpmaktadır. O deryâ içinde boğulmuşçasına Allahü teâlâya duâ ve feryâd ederler. Kâdir-i mutlak olan Hak teâlâdan saâdet, necât ve kurtuluş talep ederler" buyurdu.
Gıybet hakkında bir suâl sorulduğunda buyurdu ki: "Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerimde meâlen buyurdu ki: (Zannın çoğundan sakınınız! Çünkü, zannetmenin bâzısı günâh olur. Birbirinizin kusûrunu araştırmayın! Birbirinizi gıybet etmeyin!) [Hucurât sûresi: 12]
Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma; "Gıybetten tövbe ederek ölen kimse, Cennet'e girenlerin sonuncusu olacaktır. Gıybete devâm ettiği hâlde ölen kimse ise, Cehennem'e girenlerin ilki olacaktır" diye vahyetti...
Anlatılır ki, İbrâhim bin Edhem bir yere dâvet edilmişti. Oraya vardığında, geciken birisi hakkında; "O zâten ağır adamdır" dediler. İbrâhim bin Edhem; "Keşke buraya gelmeseydim. Çünkü, burada gıybet yapılmaktadır" dedi.
Yine buyurdu ki: "Süleymân aleyhisselâm oğluna buyurduki: Ey oğlum! Allahü teâlâdan kork! Çünkü Allahü teâlâdan korkmak, her şeyi yener."
"Mümin az konuşur, çok iş yapar. Münâfık, çok konuşur, az iş yapar."