1001 Osmanlı Hikayesi • 10.01.2005
İkinci Murâd Han ve Fâtih Sultan Mehmed devrinde yaşamış olup, asıl adı Ahmed Şemseddin'dir. Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin sohbetinde yetişti. Onun feyz ve bereketi ile kemâle erişti. Kalblere şifâ olan sözleri ile ileri derecelere kavuştu.Akbıyık Sultan bir taraftan hocasının sohbeti ile bereketlenirken diğer taraftan İkinci Murâd Han'ın haçlılar ve diğer din düşmanlarına karşı giriştiği cihâd hareketine de katıldı. Giriştiği seferlerde, Hacı Bayrâm-ı Veli hazretlerinin diğer talebeleri ile birlikte büyük kahramanlıklar gösterdi. Böylece Osmanlıların Rumeli'deki yayılmasında önemli hizmetler gördü.Bu gazâlarda gösterdiği başarılardan birinin sonunda İkinci Murâd Han tarafından Yenişehir köylerinden bir tanesi kendisine temlik edildi (1437). Bu parayı ticarette kullanan Akbıyık Sultan kısa zamanda malının hesâbını yapamayacak kadar zenginleşti. Mal, mülk meşgûliyeti az zaman içinde, hocasının sohbetinden daha az istifâde etmesine yolaçtı. Bu sebeple birgün hocası Hacı Bayram-ı Veli hazretleri, dünyâya ve onun geçici lezzetlerine bağlanmanın mahzurlarından bahsederek Akbıyık Sultan'a;
1001 Osmanlı Hikayesi • 11.01.2005
A.B.D. bandıralı ticaret gemileri, Akdeniz'de 1773'den itibaren seyretmeye başlamışlardı. Fakat bilhassa Akdeniz, tamamiyle Osmanlı Denizcileri'nin kontrolunda idi. Bu görevi, Cezâyir Beylerbeyliği'mize bağlı, filolar sürdürüyordu. İşte bu yüzden A.B.D. gemileri de, Cezâyirli görevlilerle anlaşmak mecburiyetinde idiler. Yeni kurulan A.B.D. harp gemileri ise, kendi teknelerini korumaktan uzaktılar. Durumu gözden geçiren, Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti, Cezâyir Beylerbeyimize müracaata karar verdi. Yapılan müzakereler sonunda, anlaşmaya varıldı. 21 Safer 1210 (5 Eylül 1775) tarihinde, bir Anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre; Amerika Birleşik Devletleri, her yıl Cezâyir Beylerbeyliği'mize 642000 Altın dolar ve 12000 Osmanlı Altını Vergi (Haraç) ödemeyi, kabul ve taahhüt etti. Buna mukabil Cezâyir de, Amerikan Bandıralı hiçbir ticaret teknesine dokunmamayı kabul ve taahhüt etmişti.A.B.D. tarihinde, yabancı dille (Osmanlı Türkçesi) imzalanan tek antlaşmadır. Ayrıca başka bir devlete, vergi (haraç) ödemeyi taahhüt eden de, tek antlaşmadır. Bu tarihi vesikayı, devletleri adına imza eden görevliler:George Washington (A.B.D. Cumhurbaşkanı) ve Hasan Paşa (Cezâyir Beylerbeyi ve Dayısı).
1001 Osmanlı Hikayesi • 12.01.2005
Osmanlı Sultânı Dördüncü Murâd Han, Bağdât seferine giderken Misâli Baba'nın bulunduğu köyün yakınında bir yerde ordusunu istirâhate çekmişti. Bu sırada çevreyi dolaşan Sultan, onun köyüne uğradı. Köyün alt tarafında küçük bir kulübe gördü. Yaklaşıp kapısını çaldı. Kulübenin kapısı açılıp, Sultanı, nûr yüzlü bir zât karşılayıp, tebessüm ederek içeri aldı. Onun velilerden olduğunu fark eden Sultan, hürmetle huzûrunda oturup, bir müddet sohbetini dinledi ve duâsını aldı. Ayrılıp giderken Sultana birkaç avuç bulgur ve bir torba da saman verdi. Sultan bunları alıp ordusuna döndü.O gün yemek zamânı kendisine Misâli Baba tarafından hediye edilen birkaç avuç bulgurun pilav yapılmasını istedi.
1001 Osmanlı Hikayesi • 13.01.2005
Kânûni Sultan Süleymân Hanın son seferinde müteferrika olması dolayısıyle, onun maiyyetinde bulundu. Zigetvâr muhâsarası esnâsında Nişancı Eğri Abdizâde Mehmed Bey vefât ettiğinden, Celâlzâde ikinci defâ Nişancı tâyin edildi. Kendisi, ihtiyarlığını ileri sürerek kabûl etmek istemedi ise de, kesin emir üzerine kabûle mecbur kaldı. Nişancılığa tâyini esnâsında Sultan Süleymân Han vefât etmişti (1566). Fakat vefât haberi pek gizli tutulduğun dan hâriçten duyulmamıştı. Celâlzâde, pâdişâhın ölümünden haberdâr olmadığı için, nişancılık hil'atı giymek için otağ-ı hümâyûna girdiği vakit, hayatta zannettiği kadirşinâs pâdişâhının öldüğünü anlayınca, kendisini tutamayarak ağlamaya başladı. Fakat Vezir-i âzam Sokullu Mehmed Paşanın ikâzı üzerine kendisini toplayan Mustafa Çelebi memuriyet hil'atını giydikten sonra pâdişâhın vefâtını kimseye sezdirmemek için içi kan ağlar olduğu halde memnun bir şekilde sevinerek otağ-ı hümâyûndan dışarı çıktı. Onun bu hâlini görenler, pâdişâhın sıhhatte olduğu zannı ile şüphelerini giderdiler.
1001 Osmanlı Hikayesi • 14.01.2005
Osmanlı Devleti içerisinde yeniçeri isyân ve zorbalıklarının önü alınamaz bir hâle gelmişti. Tâlim ve eğitim kabûl etmiyorlar, savaşa çıkmayı da reddediyorlardı. Kendilerine harp fenlerinin öğretilmesini isteyen din ve devlet adamlarına karşı harekete geçtiler. Bunun üzerine İkinci Mahmûd Han vezirleri ve ulemâ sınıfını toplantıya çağırdı. Abdurrahmân-ı Harpûti hazretleri de bunlar arasında idi. Yeniçerilerin artan zorbalıklarından bahisle ne yapılması gerektiği soruldu. Mesele son derece nâzikti. Yeniçeriler tekrar isyân ederek devlet ileri gelenlerinin kellelerini istemeye başlamışlardı. Tamâmen bid'at yuvaları hâline gelen bektâşi tekkeleri de kendilerini tahrik ediyordu. Sonuçta ulemâ birlik içerisinde bunların öldürülmeleri câizdir diye fetvâ verdi. Savaşın başlangıcı olmak üzere sancak-ı şerifin çıkarılması kararlaştırıldı. Fakat sancağı şerifin açılması çok önemli bir olaydı. Bu işin dönüşü yoktu. Yeniçeriler ile yapılacak mücâdelenin sonu ise kestirilemiyordu. Bu sebepten karar alınmasına rağmen herkeste bir tereddüd vardı. İşte bu devlet adamlarının çekingen ve kararsız hâlleri sırasında Abdurrahmân Harpûti hazretleri söz aldı."Bu din ve devletin ayakta kalması Allahü teâlânın istediği şeyse yeniçerileri vururuz, yok ederiz. Değilse biz de bu din ile berâber batıp gideriz, daha ne ihtimâl kaldı?" diyerek kalplerdeki şüpheleri giderdi. Herkes tek bilek tek yürek oldu. Nitekim bu inanç ve imânla harekete geçerek yeniçeri ocağını ortadan kaldırdılar ve bozulmuş bektaşi yuvalarını kapattılar
1001 Osmanlı Hikayesi • 15.01.2005
Amerika ile Türkiye arasında resmi ilişkiler II. Mahmut döneminde 7 Mayıs 1830 yılında imzalanan dostluk ve ticaret anlaşması ile başlamıştır. Ticari ilişkiler ise 1785 yılından beri devam etmekteydi. İlk Amerikan gemisi II. Selim devrinde, 1797 tarihinde İzmir'e ve 1800 yılında İstanbul'a gelmiş ve ilk Amerikan Konsolosluğu 1802 tarihinde İzmir'de açılmıştır. Türkiye ile Amerika arasında resmi bir anlaşmaya dayanan ilişkiler kurulmadan önce, Andrew Jackson'un Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı'na seçilmesi dolayısıyla dönemin padişahı olan II.Mahmut, kendisine bir tebrik ve iyi niyetler mesajı göndermiş, Andrew Jackson'da bunu büyük nezaket ve içtenlikle cevaplamıştı.
1001 Osmanlı Hikayesi • 17.01.2005
Uzun yıllar mesane hastalığından ıstırap çeken Sultan Reşat Han'a ölümünden iki yıl önce, Alman profesör İsrail tarafından başarılı bir ameliyat yapılmıştı. Yıldız sarayında bitkin halde yatmakta olan Padişah, ameliyat odası haline getirilen salona götürüldü. Doktorlar ve yardımcıları salonda bekliyorlardı. Ameliyat odasına girdiklerinde Padişah, oradakilerle ayrı ayrı helalleşti. Sonra da kıbleye dönerek:"Ey Büyük Allah'ım! Eğer ben milletim ve vatanım için hayırsız ve bahtsız isem beni şu ameliyat masasının üzerinden sağ kaldırma!" diye dua etti. büyük bir cesaret ve tevekkül ile ameliyat masasına uzandı. Yapılan başarılı ameliyat sonunda sıhhatine kavuştu ve iki yıl daha yaşadı.
1001 Osmanlı Hikayesi • 16.01.2005
Bir gün cihân pâdişâhı Sultan Mehmed bin Sultan İbrâhim Hanın çuhadarlarından Kara Mehmed isminde birinin dizlerine sızı inip, kötürüm oldu. Pâdişâh, hekim başısı Sâlim Efendiye; "Şu çuhadarımız iyi olmalıdır." diye tenbih etti. Sâlim Efendi bu ferman üzerine çuhadar efendiye çeşitli ilaçlar tatbik etti ise de fayda vermedi. Saray hekimleri ve şehirdeki diğer tabibler ona faydalı ilaç bulamadılar. Pâdişâh bir gün çuhadarının yattığı odayı teşrif ettiler, hâlini sordular ve; "Mehmed nicesin, iyi olabilecek misin?" dedi. Çuhadar da; "Pâdişâhım, bana verdikleri hiçbir ilaç fayda vermedi. Çâre olarak sâlih bir kimsenin şifâlı duâsına muhtâcım." dedi.Pâdişâh;
1001 Osmanlı Hikayesi • 18.01.2005
Osmanlı Sultânı Üçüncü Murâd Hân ile Üftâde, bir gün sohbet ediyorlardı. Bir ara Üftâde, görünüşte lüzûmsuz bir takım el kol hareketleri yapmaya başladı. Mübârek yüzünün rengi, hâlden hâle giriyordu.Sonra eliyle bir yer sıvarmış gibi yaptı. Pâdişâh, âniden yapılan bu hareketlere önce bir mânâ veremedi. Sonra Üftâde'nin elinin siyahlaştığını görünce; "Efendi hazretleri! Niçin böyle hareketler yapmaya başladınız! Elinizin siyahlaşmasına sebep nedir?" diye sordu. O da; "Sultânım! Tebeanızdan bir balıkçı tayfası Karadeniz'in sularında balık tutuyordu. Tekneleri su alacak şekilde delindi. Bizden yardım istedikleri için biz de imdâdlarına yetişerek, teknelerini tâmir ettik. Bu sebeple elimiz karardı. Elhamdülillah müslümanların boğulmaktan kurtulmasına vesile olduk." buyurdu.
1001 Osmanlı Hikayesi • 19.01.2005
Rumeli'de yaşamış olan evliyanın büyüklerinden Şeyh Muslihuddin Efendinin vefâtından yıllar sonra, İbrâhim Paşa, 1600 senesinde Kanije kalesini kuşattı. Muslihuddin Efendiyi seven lerden Dimitrofçalı Gaybi ve Belgratlı Müniri Efendiler, Dimitrofça'da Muslihuddin Efendinin kabrine vardılar. Selâm verip, kabrini ziyâret ettiler. Sonra da; "Şeyh Efendi, nice üstünlüklerini duyduk, nice hâllerine şâhid olduk. Tahkikim neticesin de meydanların arslanının sen olduğunu anladım. Kanije'nin de Allahü teâlânın yardımı, Enbiyâ ve Evliyânın himmetiyle fetholması murâdımızdır." dedikten sonra, Muslihuddin Efendinin rûhu için Fetih sûresini okumaya başladılar. Sûre-i şerifin yarısına doğru, Müniri Efendi;"Elhamdülillah, kalenin fethine dâir işâret verildi." deyip, sûre-i şerifin tamâmını okuyup ruhûna bağışladı. O haftanın Cumâ günü, Kanije'yi koruyan düşman kuvvetlerine yardım geldi. Bir hafta savaş oldu. Kalenin barut deposuna ateş düşmesi neticesi meydana gelen patlamada kale muhâfızlarının mâneviyâtı iyice bozulup, Cumâ gecesi bir kısmı firâr etti. Kalede kalanlar, Cumartesi günü aman taleb edip, 8 Kasım Pazar günü kale teslim alındı.Burçlara Osmanlı sancağı dikildi.