1001 Osmanlı Hikayesi • 27.06.2003
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti Doğu cephesindeki muharebeleri kaybedince,Ruslar bütün Doğu Anadolu'yu işgal ettiler ve burada yaşayan Ermeniler ile Rusya Ermenistanı'ndaki Ermenileri silahlandırarak bu vilayetlerde yaşayan vatandaşlarımız üzerine saldılar. Ermenilerin binlerce Türk'ün canına mal olan isyan ve katliamları karşısında bile, Osmanlı Hükümeti'nin ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriyle sabittir. Ancak, tedhiş hareketleri bir türlü durmak bilmeyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.
1001 Osmanlı Hikayesi • 26.06.2003
Yavuz Sultan Selim'in en büyük amacı doğudaki bütün Türk İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti. Yavuz Sultan Selim, 1514 yılı baharında ordusuyla birlikte İran seferine çıktı. Osmanlı kuvvetleri, Erzincan'dan Tebriz'e doğru yürüyüşüne devam etti. Çaldıran'da 23 Ağustos 1514'te yapılan savaşta Osmanlı kuvvetleri büyük bir zafer kazanırken, Safeviler bozguna uğradılar. Şah, kaçarak hayatını zor kurtardı. Yavuz yoluna devam ederek Tebriz'e girdi. Şehirdeki birçok sanatçı ve ilim adamı İstanbul'a gönderildi. Bu zafer sonucunda Şah İsmail eski prestijini kaybetti. Bu sayede Doğu Anadolu'da Osmanlılar için bir tehlike kalmamış oldu. 15 Eylül 1514'te de Tebriz'den Karabağ'a hareket eden Yavuz'un amacı, kışı orada geçirip, baharda İran'ı tümüyle almaktı. Ancak şartlar müsait olmadığı için Amasya'ya gidildi. Çaldıran Zaferi'nden sonra, Erzincan, Bayburt kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Kemah kalesi alındı. 12 Haziran 1515'de kazanılan Turnadağ zaferi ile Dulkadiroğlu beyliğine son verildi. Diyarbakır, Mardin ve Bitlis Osmanlı hakimiyetine girdi. Böylece Anadolu'da Türk birliği sağlanmış oldu.
1001 Osmanlı Hikayesi • 25.06.2003
Yavuz Sultan Selim, Safevilerle yapılan Çaldıran Savaşı'nda elde edilen zaferden sonra, İran sınırını güvenlik altına almak maksadıyla, İdris-i Bitlisi'yi, daha önce Şah İsmail'e bağlılık bildirmiş Kürt ve Türkmen emirlerinin Osmanlı Devleti'ne tâbi olmalarını sağlamak için, bölgeye göndermişti. Nitekim İdris-i Bitlisi buralarda çok başarılı çalışmalar yapmıştı. Osmanlı Devleti'ne tâbi olan emirlere, oturdukları yerler yurtluk ve ocaklık olarak ikta edilmiş, buradaki aşiretlerin Osmanlı Devleti'ne tâbi olmaları sağlanmıştı. Kanuni Sultan Süleyman, Tebriz seferinde Hemedan ve Kirmanşah yolunu takip edip Cebel-ü Hamrin, Sülükân Çayırı ve Leylan'dan geçerek 1534'te Kerkük şehrine girdi. Kerkük, Osmanlı idaresine girmeden önce de Türkmenlerin elinde bulunduğundan "Gökyurt" olarak adlandırılmış ve resmi kayıtlara böyle geçmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Kerkük'te yirmi sekiz gün kaldı. Aynı sene içinde Kanuni'nin Bağdad seferi ve Bağdad'ın fethiyle Musul bölgesinde Osmanlı hâkimiyeti kesinleştirilerek altı sancak ihtiva eden eyalet merkezi yapıldı. Bazı kaynaklarda verilen bu bilgiye karşılık 1312 tarihli Musul salnâmesinde 1090 (1679-80) yılında Musul'un eyalet olduğu ve üç sancağı ihtiva ettiği belirtilmektedir.
1001 Osmanlı Hikayesi • 24.06.2003
Karamanoğlu İbrahim'in 1464'te ölmesi üzerine oğulları birbirlerine düşmüşlerdi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yardımıyla İshak Bey Karamanoğlu beyliğine sahip oldu. Bunun üzerine diğer oğlu Pir Ahmed Bey Fatih Sultan Mehmed'den yardım istedi ve gelen yardım sayesinde Beyliği ele geçirdi. Fakat Pir Ahmed Bey bir süre sonra gidip Venediklilerle anlaşınca, bu duruma sinirlenen Fatih Sultan Mehmed, Karaman Seferi'ne çıkmaya karar verdi. Konya ve Karaman alınarak Osmanlı'ya bağlandı. Karaman halkı İstanbul'a ve çeşitli yerlere göç ettirildiler. Pir Ahmed Bey kaçarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a sığındı. Bu olay Osmanlılarla Akkoyunluların arasının açılmasına neden oldu. Osmanlılar Avrupa ve Anadolu'daki topraklarını genişletirken, Akkoyunlular Devleti'de Doğu Anadolu, Kafkasya, İran ve Irak üzerinde hakimiyet kurmuşlardı. Sınırlarını genişleten iki Türk Devleti arasında büyük bir savaş kaçınılmaz olmuştu. Otlukbeli mevkiinde 11 Ağustos 1473'de yapılan savaşta, devrin en kuvvetli savaş tekniğine ve araçlarına sahip olan Osmanlı ordusu, Uzun Hasan'ın kuvvetli süvarilerden kurulmuş olan ordusunu birkaç saatte dağıttı. Bu savaştan sonra Akkoyunlular bir daha kendilerini toparlayamadılar. Fatih Sultan Mehmed, Akkoyunlu tehlikesini bu şekilde engellemiş oldu. Anadolu'da ve Rumeli'de birçok sefer düzenleyip pek çok zafer kazanmıştı. Buna rağmen güneyde güçlü bir devlet konumunda olan Memlüklerle problemler yaşandığı halde sıcak bir savaştan kaçınmıştı.
1001 Osmanlı Hikayesi • 23.06.2003
Sultan II. Murad, şehzade Alaaddin Çelebi'nin vefat etmesi üzerine son derece üzüldü ve devlet işlerini on iki yaşındaki oğlu Sultan Mehmet'e bırakarak Manisa'ya çekildi. İşte bu gelişmeler Macar kralı Ladislas içi bir vesile oldu. derhal Osmanlılarla yaptığı antlaşmayı bozan Ladislas, savaş hazırlıklarına başladı. Haçlı ordusu Kasım ayının dokuzuncu günü Varna şehrine girdi. Müttefikler ordusunun saldırı hazırlıkları yaptığını haber alan Osmanlılar ise derhal bir harp meclisi topladılar. Bu mecliste Sultan Murad'a mektup yazılmasına karar verildi. Bu mektupta Sultan Murad'a derhal tahtına çıkmasının gerekliliğinden bildirilmişti. Sultan Murad ise mektupa şöyle cevap veriyordu; "Oğlumuz Sultan Mehmed'e hilafet makamını ve saltanat tahtını devretmekten maksadımız, bundan böyle istirahat etmekten ibarettir. Padişahlık kendine lazımsa din ve devleti korusun!"
1001 Osmanlı Hikayesi • 22.06.2003
Büyük ve uzun ömürlü devletler üstün adaletle kâimdir. Zulüm üzerine kurulmuş devlet ve imparatorluklarda olmuş ise de ömürleri kısa sürmüştür. Kendisine mahsus hususiyetleri, bilhassa kendi dışındaki dinlere tanıdığı çok geniş haklar, daha doğru bir ifade ile diğer dinlerin islerine, ibâdetlerine ve âdetlerine hiç karışmamakla özellik gösteren Türk adaleti çok yüksek meziyetlere sahip bir adalettir.Onaltinci yüzyıl için F. Dowey söyle demektedir; "Birçok Hıristiyan, adaleti ağır ve kararsız olan Hıristiyan ülkelerindeki yurtlarını bırakarak, Osmanlı ülkelerine gelip yerleşiyorlardı. Onbesinci yüzyıl için F. Babinger ise; "Osmanlı padişahının ülkesinde herkes kendi hâlinde.bahtiyâr olabilirdi. Mutlak bir dini hürriyet hüküm sürerdi ve kimse su veya bu inanca sahip olduğundan dolayı bir güçlükle karsılaşmazdı." demektedir. Bizzat padişah adalete itaat ederdi. Üçüncü Sultan Mustafa Hân (1757-1774) beylerbeyi sarayını genişletmek istemişti. Bunun için civardaki bir dul kadının arsasını almak lâzımdı. Kadın arsasını satmak istemeyince, padişah zorla arsayı almayı aklından geçirmedi. Fakat sarayın eskiyen bir kısmını yıktırdı ve halka mahsus bir bahçe hâline getirdi.
1001 Osmanlı Hikayesi • 21.06.2003
Okçuluk Osmanlıların ünlü sporlarındandır. Çok eski zamanlardan beri harp sahasında kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atmadaki ustalıklarından hayranlıkla söz etmişlerdir. Türkler, kısa fakat çok kuvvetli yaylar kullanırlardı. Oku gerek piyade ve gerekse süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu. Süratle giden bir atın üzerinden, hedefe isabetli ok atarlardı. Okmeydanı'nda kurulan meşhur kemankeşler ocağı, 15 ve 16. asırlarda emsalsiz üstadlar yetiştirmiştir. Bu arada lodos, poyraz, gündoğusu, batı, kıble, karayel, yıldız gibi yönlerde esen rüzgârlara atılan kamış ve tahta oklarla kurulan menziller, yani kırılan rekorlar, erişilemeyecek kadar yüksektir.Makbul İbrahim Paşa, Atmeydanı'ndaki sarayını yaptırması nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman'a bir ziyafet vermiştir. Bu ziyafet eğlenceleri sırasında, Türk Okçuluk Tarihinin önemli kişilerinden biri olan Tozkoparan İskender, at üstünden attığı okla birbirinin içine yerleşmiş 5 kalkanı delmiştir. Bu usta kemankeşin başarıları efsanelere konu olacak kadar büyüktür. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında Tozkoparan İskender'in Gündoğusundaki 1281,5 gez menzilinden (845 metre) daha uzağa ok atışı hiçbir dönemde gerçekleşememiştir.
1001 Osmanlı Hikayesi • 20.06.2003
Türkler, kılıç kullanmakta da ustaydılar. Bu, şimşirbazlık denilen bir sporun, yani bugünkü eskrim sporunun doğmasına sebep olmuştur. Türk kılıçları, başlıca yatağan ve pala olmak üzere iki kısımdı. Yatağan, yeniçeri silahlarından olup, meşhur kıvrık Türk kılıcıydı. Pala ise daha ziyade bahriye askeri ve süvariler tarafından kullanılırdı. Pala, düz, genişliği ucuna doğru biraz artan ve bu yüzden hafifçe öne kıvrık gibi görünen bir silahtı. Türklerin gürzleri de ünlüydü. Bunlar yekpare saplı veya zincir saplı olurdu. Spor için ise somak veya mermer gürz kullanılırdı. Talim gürzleri, ikiyüz okka (256.5 kg) kadar olurdu. Bununla müsabakalardan önce çok idman yapılırdı. Gürz, sağ ve sol elde, değişik yönlerde, belli kaidelerle çevrilip sallanarak, kaldırılıp indirdilerek kullanılırdı.
1001 Osmanlı Hikayesi • 26.05.2007
"Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Cami'nin 1990'li yıllarda
devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat
muhendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı tv'de
şöyle anlatmıştı.
1001 Osmanlı Hikayesi • 28.05.2007
Elian Cambell, hatıralarının bir yerinde ateşkes saatlerinden şöyle bahsetmektedir: "Ateşkes sırasında Türkler şehitlerini gömüyorlardı. Arkadaşlarımızdan birkaç kişi gönüllü olarak onlara yardım etmek istedi ve bu korkunç görevde dost ve düşman iş birliği yaptılar..."