1001 Osmanlı Hikayesi • 07.07.2003
Çanakkale harbinin devam ettiği günlerde bir Ramazan arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa 9. Tümenin genç imamını çağırarak mahzun bir şekilde istemeye istemeye şöyle dedi: - Hafız! Yarın Ramazan Bayramı. Asker toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vazgeçiremedim. Ancak böyle bir şey pek tehlikeli, yani düşmanın arayıp bulamayacağı toplu bir imha fırsatı olur. Münasip bir dille bunu etrafa sen anlatıver!...
1001 Osmanlı Hikayesi • 06.07.2003
Kınalızâde Ali Çelebi, Hicri 916/1511 senesinde Isparta'da doğar. Babası Emrullah Efendi kadılık mesleğini icra eder. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed'e de şehzadeliği döneminde hocalık yapmıştır.
Ali Çelebi ilk tahsilini doğduğu yer olan İsparta'da yaptıktan sonra İstanbul'a gelir. Burada akrabalarından Kadir Efendi'nin nezaretinde tahsilini ikmale çalışır. Bu doğrultuda Mahmud Paşa, Davud Paşa ve eski Ali Paşa medreselerini bitirdikten sonra Fatih'teki üniversiteye girer. Burada dönemin tanınmış müderrislerinden Kara Salih Efendi, daha sonra da Kamil Çivizâde'nin derslerine devam eder ve 945'te onun yardımcılığını üstlenir.
Sıra Ali Çelebi'nin müderris olmasına gelince, Ebus Suud Efendi'den ses soluk çıkmaz. Çünkü tayin etme ve görevlendirme onun uhdesindedir. Ne ki, Ebus Suud Efendi, bütün kemalet ve faziletine rağmen kendisine rakip addettiği (saydığı) Çivi Zâde'nin yardımcısına müderrislik görevi vermek istemez. Bu durum Ali Çelebi'yi fazlasıyla üzer.
1001 Osmanlı Hikayesi • 05.07.2003
18. yüzyılda Osmanlı ülkesine gelerek intibalarını yazan Hristiyan tarihçi M. A Ubucini, Müslümanların Hac ibadetini araştırdıktan sonra kendi dini ile kıyaslayarak:
"Hac aslında sadece büyük Müslüman ailesinin dağınık fertlerini birbirine bağlamak hedefini gütmüyordu; Hac bilhassa, bu ibadeti yapmakta olan Müslümanlara, aynı imanı taşıyan kimseler arasında hüküm sürmesi gereken eşitlik kavramını hatırlatmak için tesis edilmişti. Biz Hristiyanlar böyle bir eşitlik örneğini, bu yüce ahlaki eşitliği gösterebiliyor muyuz? Değil kilisenin içinde, mezarlarımızda bile bu ulu eşitlik kavramından tek eser yok. Buyurun bir camiye girelim .. Orada Allah'ın şanına yakışmayan, lüzumsuz ve boş süslemeler,resimler,heykeller yok yalnızca şunlar var.
Duvarların üzerine işlenmiş bazı Kur'an ayetleri,bir mihrap,bir kürsü ve müminler için tertemiz sergiler. Hiçbir şeref kürsüsü hiçbir özel yer ve hiçbir derece farkı göremezsiniz. Müslüman mabetlerinde .. Sadece ibadet eden insanlar vardır ve ibadetten alıkoyacak veya ibadet edenleri rahatsız edecek hiçbirşeye rastlayamazsınız diye yazıp İslam'ın eşitlik anlayışına olan hayranlığını ifade etti
1001 Osmanlı Hikayesi • 04.07.2003
Ermeni vakayiinin (olaylarının) cereyanı sırasında Sultan Hamide şiddetle muarız olan ve hükûmetine yazdığı raporla İngiltere hariciye nazırı (dışişleri bakanı) Lodr Salzbury'nin Türkiye aleyhinde icra ettiği teşebbüslerin ve nihayet parlâmentoda söylediği şiddetli nutkun âmillerinden bulunan İstanbuldaki İngiliz elçisi Sir Flip Küri'nin teşebbüsü neticesiz kalınca İstanbul'dan kaldırıldı. Vedânâmesini takdim için hariciye nezaretine tevdi ettiği huzura naliyet istidası padişah tarafından bilhassa uzatıldıktan ve binaenaleyh sefir epeyce kızdırıldıktan sonra nihayet huzura kabul olundu.
1001 Osmanlı Hikayesi • 03.07.2003
Hasan Fehmi Paşa, bir aralık hususi bir vazife ile Londra'ya gitmişti. İngiliz ricalinden biri ile vuku bulan hususi mülâkatında İngiliz: "Osmanlı devletinin dahili ahvalinin vahametinden bahisle bu gidişle bir müddet sonra işlerin fenaya varacağını" söyledi. Paşa müdafaada bulundu ise de İngiliz diplomatı: "Türkiye, Rusya politikasını takip ettikçe kendi binasının temellerini kendi elleriyle kazıp yıkmış olacaktır. Rusyanın maksadı ise artık bütün cihana malumdur" tehdidini savurdu. Hasan Fehmi Paşa: "O halde biz atimizden (geleceğimizden) emin olabiliriz. Çünkü Rusya'nın emeli olsa olsa Karadenize yayılmak, İstanbulu almaktır. Siz İngilizler buna razı olabilir misiniz?" diye sordu. Bunun üzerine İngiliz: -İşte, dünyada yalnız bu mümkün değil! dedi.
1001 Osmanlı Hikayesi • 02.07.2003
Osmanlı pâdişâhı Sultan Selim Han Mısır'ı zaptettiği zaman, Cumâ namazını Ezher Câmiindekıldı. Cumâ namazını kıldıran hatib için yüz altın bağışladı. Bunu önceden öğrenen hatib, ogün Cumâ namazını kıldırma sırası kendisinde olan diğer hatib arkadaşından izin almıştı.Nöbetini devreden hatib, diğer arkadaşının altınlara kavuştuğunu görünce, söylenmeyebaşladı. O sırada orada bulunan Abdülvehhâb-ı Şa'râni aralarına girip, nöbetini veren hatibe;"Üzülme! Allahü teâlâ bunu sana kısmet etmemiş." dedi. O da; "Rızkımın kesilmesine buarkadaşım sebeb olduğu için kızıyorum." dedi. Abdülvehhâb hazretleri de; "O sebeb oldugörünüyorsa da, aslında sebeb o değildir. Arkadaşın ilâhi kudretin bir âletidir. Âleti kimhareket ettiriyorsa, hüküm onundur. Yoksa âletin değildir. Senin böyle söylemen, sopa iledövülüp de, sopayı vurana değil sopaya kızan adamın hâline benziyor. Hani sen her Cumâhutbelerinde; "Vallahi veren de Allahü teâlâdır, alan da. Yükselten de Allahü teâlâdır,alçaltan da..." demez miydin? Şimdi niçin bunun tersine göre hareket ediyorsun?" deyince, ohatib; "Üstâdım! Huccet ve isbâtlarınla beni susturdun." diyerek oradan ayrıldı.
1001 Osmanlı Hikayesi • 01.07.2003
Birinci Dünyâ Savaşında İngilizler, İslâm dünyâsını parçalayıp yutmak için çok kesif bircâsusluk ve propaganda faâliyetlerine girişmişlerdi. Bu çalışmalar sonucunda Hintmüslümanlarının aşırı dostluk ve bağlılıklarına mukâbil Arap dünyâsında bâzı çözülmelerbaşlamıştı. Birçok Arap liderlerine Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla kurulacak devletlerdentaçlar vâdedilerek ayrılık telkin edilmekteydi. Sultan Reşâd Han sarsılan İslâm birliğini"hilâfeti hâiz olan Türkler" etrâfında yeniden tesis ve takviye için Şeyh Senûsi hazretlerinihuzûruna kabûl etti. Ondan Müslüman Âlemini dolaşarak Hilâfet etrafında bozulan birliğiyeniden kurmasını ricâ etti. Gerçekten de o devirde müslümanların en fazla sözünüdinleyecekleri şahsiyet gâyet haklı bir şöhrete mâlik olan Şeyh Senûsi hazretleri idi. Şeyhhazretleri derhâl muvâfakat ederek Sultana, Türk milletine hizmete hazır bulunduğunubildirdi. Ancak tam İslâm Dünyâsını dolaşmaya çıkacağı sırada kendisini dâvet eden SultanReşâd Han vefât etti. Sultan Vahideddin'in cülûs merâsiminde bulunmak üzere seyâhatertelendi.
1001 Osmanlı Hikayesi • 30.06.2003
Sultan Orhan Gâzi, âlimleri, evliyâyı görüp gözeten bir zât-ı muhterem idi. O mübârek kimse,birgün Alâeddin Esved hazretlerini ziyârete gitti. Onun mahalline vardığında, Alâeddin Esvedhazretleri nâfile namaz kılmakta idi. Orhan Gâzi, avluda bekledi. Bu sırada farz namaz vaktigeldi. Orhan Gâzi ve orada bulunan Alâeddin Esved'in talebeleri namaz için hazırlandılar.Namazın sünnetini kıldılar. İkâmet okununca, Kara Halil imâmete geçti. Cemâata namazıkıldırdı. Alâeddin Esved de, odasından çıkıp namaza katıldı. Namazdan sonra bir müddetsohbet ettiler. Orhan Gâzi edeble dinledi. Sonra başını kaldırıp;"Seferde ve hazerde, ahâli arasında vâki olacak hâdiselerde hükmedip, hak ile bâtılı ayırmak,şer'i hükümleri beyân etmek için bir hâkim-i samedâni lâzımdır. Talebenizden birini benimile sefere gitmek için tâyin etseniz." deyip, merâmını arzetti.
1001 Osmanlı Hikayesi • 29.06.2003
Zigetvar Kalesi kuşatılıp peşpeşe iki taarruz yapılmasına rağmen kale fethedilemedi. Ordununiçinde büyük bir mânevi destek olan Bahri Dede, kalenin fethedileceğini müjdeledi ve zaferiçin çok duâ etti. Nihâyet üçüncü defâ büyük bir taarruz yapıldı. Bu taarruz sırasında şiddetliyağmur yağdığı için arâzi çamur ve bataklık hâlini almıştı. Her şeye rağmen Bahri Dede gibievliyâ bir zâttan fetih müjdesi almışlardı. Bu sebeple büyük bir azim içinde idiler. Yeniçeribölükbaşısı abdest alıp vasiyetini yazdı. Merdivenlerle kaleye tırmanıp mazgallardan birinehumbara yerleştirip fitilini ateşledi. O anda düşmanın hücûmuna uğrayan yeniçeri bölükbaşısışehit düştü. Fakat ateşlediği humbara patlayıp kalede büyük bir gedik açtı. Osmanlı askerleribu gedikten dış kaleye, daha sonra da iç kaleye girerek kaleyi fethetti. Ordu zafere ulaştı. Buseferde pâdişâh hastalanıp vefât etmişti. Ordu Bursa'ya döndükten sonra, Bahri Dede, sultanınkendine hediye ettiği bin altını sakladığı yerden çıkarıp geri iâde etti. Kısa bir müddet sonrada vefât etti.
1001 Osmanlı Hikayesi • 28.06.2003
Yavuz Sultan Selim Han Mısır seferine giderken, yolu Dede Molla isimlizâtın bulunduğu köyden geçer. Sultan, atı üzerinde ordusunun önünde yol alırken, ihtiyar birköylüyü tarlasını sürerken görür. Yaklaşıp selâm verir. Köylü gelenin kim olduğunufarketmemiş gibi bir tavırla selâmını alır ve işiyle meşgul olur. Atı üzerinde onu seyredenSultan; "Baba duydun mu? Pâdişâh sefere çıkmış. Mısır'a gidiyormuş" der. "Mevlâ yolunuaçık eylesin. İnşâallah hayırlı olur. Emeline nâil ve muzaffer olarak döner." dedikten sonraişine devam eder. Sultan onun bu olgun hâline ve teslimiyetine bakıp, dünyâya gönülbağlamayan, lâzım olduğu kadar çalışan ve tevekkül sâhibi bir zât olduğunu anlar.