Mahlûklar, görülen, görülemeyen diye iki kısımdır. Ayrıca, mekânsız, madde olmayan mahlûklar da vardır. Cinnîler, havadan ve nârdan yani ateşten meydâna gelmiştir. Bunun için, cin de görünmez. Alev iki kısımdır: Biri zulmânî, ikincisi nûrânî. Zulmânî olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmıştır. Melekler ise, nûrânî cisimlerdir. Muhtelif şekillere girebilirler. Melek ile cin, yaratılış bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakîrdir, kıymetsizdir. Melekte, nûr [ışık] kısmı, cinde ise, alev maddesi fazladır. Elbette nûr, zulmetten efdaldir.
Meleklerin, cinnîlere yakınlığı, insanın hayvana yakınlığı gibidir. İnsanların üstün olanları, melekten kıymetli, cin de hayvandan kıymetlidir. İslâm âlimlerinin çoğu, meleklere cisim dedi. Doğrusu da öyledir.
Meleklerin varlığına inanmayan kâfir olur. Cisim olduklarına inanmayan kâfir olmaz, bid’at sâhibi olur. Cinnin varlığına da inanmayan kâfir olur. Hâlbuki cinnin var olması, akla uymayan bir şey değildir. Yani aklın reddedeceği bir şey değildir. Çünkü, Allahü teâlânın kudretinin yapamayacağı bir şey değildir. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen şeylere, kelimenin açık ve meşhûr manâlarını vermek lâzımdır. Cinnin var olduğunu, şu âyet-i kerîmeler ile gösteriyor:
1- Zâriyât sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (İnsanları ve cinnîleri ancak, beni bilip itâat, ibâdet etmeleri için yaratdım) buyruluyor. 2- Errahman sûresi, yetmişdördüncü âyetinde, cinnin cennete gireceği bildiriliyor. 3- Errahman sûresinin otuzbirinci âyetinde (Sekalân) buyuruyor ki: (Ey insanlar ve cinnîler!) demektir. Resûl-i sekaleyn, müftîyüssekaleyn, gavsüssekaleyn [yani, insanların ve cinnin Peygamberi, müftîsi, velîsi] gibi isimler de, cinnin varlığını göstermektedir. 4- Kul-e’ûzü sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlığını açıkça haber vermektedir. Cinnîleri anlatan âyet-i kerîmelere, akllarına göre, başka manâ verenler mürtet olur.