Mübarek Serhendli Muhammed Sâdık
"Benim esrâr mahremimdir"Muhammed Sâdık hazretleri, akli ve nakli ilimlerde çok kuvvetliydi. Bir gün Şiraz'dan Hindistan'a gelen âlimlerin en büyüklerinden birinin sohbetinde bulundu. Bu âlim akli ilimlerde eşsizdi. Yaratılışı icâbı, o âlim ile derin ilimlere dâir birkaç kelime konuştu. Sözlerini bitirince Şirazlı âlim; "Bu genci görmeyince, Hindistan'daki talebelerden birinin, akli ilimlerdeki derin meseleleri idrâk kuvvetini yakinen anlayamamıştım" dedi.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin, bu mübarek oğluna ve diğer oğullarına yazdığı birçok mektupları "Mektûbât" adındaki eserinde toplanmıştır.
Babası onun hakkında; "Aziz oğlum, bu fakirin mârifetlerinin bir mecmûasıdır. Cezbe ve sülûk makamlarının bir nüshasıdır" ve "Oğlum, benim esrâr mahremimdir" buyurmuştur...
1616 (H.1025) senesinde Serhend'de şiddetli bir vebâ (tâûn) salgını başladı. Bu salgın her geçen gün şiddetleniyor, yüzlerce insan her gün kabre konuyordu. Bu hâli gören Muhammed Sâdık hazretleri; "Bu tâûn yağlı lokma istiyor. Biz gitmedikçe (ölmedikçe) geçmez" buyurdular.
Vebâdan eser kalmadı!..
Hummâya yakalandılar ve Rebi'ül-evvel ayının dokuzuna rastlayan Pazartesi günü vefât eylediler. Bundan sonra, ortalıkta vebâ hastalığından eser kalmadı.
İmâm-ı Rabbâni hazretleri 1624 (H.1034) senesinde vefât edince, oğlu Muhammed Sâdık'ın mezârının kıble tarafına kabir hazırladılar. Mübârek cenâzelerini kabre koydukları an, oğlu Muhammed Sâdık'ın kabri, peder-i âlisine hürmet için ayak ucuna geldi ve iki kabrin arasındaki kısım kabardı. Görenler hayretler içinde kaldılar...