Rebî' Bin Heysem
BU TAŞ SANA DERS OLSUN!Rebi' bin Heysem, evinden dışarı çıkmazdı. Kapısının önünde biraz oturur, hava alır ve etrafa bakınırdı. Yine bir gün kapının önünde otururken, atılan bir taş alnına gelip alnını kanatmıştı. O, bir taraftan kanı silerken, bir taraftan da kendi kendine: "Ey Rebi'! Bu taş sana ders olsun. Bir daha kapıya çıkma!" deyip içeriye girdi ve ölünceye kadar bir daha dışarı çıkmadı.
Rebi bin Heysem'e "Nasıl sabahladın?" diye sorulduğunda, "Zayıf ve günahkâr olduğumuz halde sabahladık. Rızkımızı yiyor ve ecelimizi bekliyoruz" derdi.
Rebi' bin Heysem Allahü teâlâ'nın verdiği nimetlerin şükrünü ifâ edebilmek ve ömür sermâyesini kullanarak âhiret için dünyâdan azık toplamak lâzım olduğunu bilir ve bu yollardan, Rabbini tanıyıp ona kavuşmaya çalışırdı. Hatta evinde bir mezar kazdı. O mezarda yatar uyurdu ve Mü'minûn süresi 99. "Ey Rabbim! beni dünyâya gönder de, iyi amelde bulunayım." âyetini okur, sonra kalkar ve kendi kendine: "Ey Rebi! İstediğin reddedilip geri dönemiyeceğin gün gelmeden, fırsatı ganimet bilerek Rabbine ibâdet eyle" derdi.
İLME RİYÂ KARIŞTIRMAK
Buyurdu ki:
"Bir âlim, nasıl olur da ilmine riyâ karıştırabilir? Çünkü o bilir ki, Allah'ın rızası olmaksızın elde edilen ilim, başından bozuktur. O halde bozuk, bâtıl olan bir şeyle insanlara nasıl gösterişte bulunabilir?"
"İnsan ölüm zamanından önce nasıl yaşarsa, rûhunu o hâl üzere teslim eder. Ben mala, paraya karşı çok ihtirâslı ve insanları çok çekiştiren bir adamı hastalandığında ziyâret etmiştim. Son anlarını yaşıyordu. Yanında otururken, onun duyup okuması için "Lâ ilâhe illallah" kelime-i tevhidini okuyordum. O ise, her defasında para saymakla meşgûl oluyordu."