1001 Osmanlı Hikayesi • 31.03.2005
Tesbit edilen günden iki gün önce sarayda İncili Köşk'ün önün de bulunan alana sadrazam için bir otak, şeyhülislam için bir oba, nakibü'l-eşraf ve sadreyn efendiler (Anadolu ve Rumeli kadıaskerleri) için de obalar. Yeniçeri ağası, defterdar efendi, reisü'l- küttab efendi ve çavuşbaşı ağa için çerkeler, müteferrikalar ve diğer görevliler için de on beş kadar çadır kurulup döşenmek üzere mehterhaneden gönderilir. Matbah emini ağa tarafına da yemek hazırlaması için iki–üç gün önceden tenbih edilir. Tayin edilen günden bir gün önce adı geçen zevat belirtilen vakitte sarayda kurulu çadırlarında davetiyeleri ile hazır bulunmaları için çavuşbaşı ağa tarafından davet olunurlar. İstanbul'da bulunan vezirlerin de bu törene davet edilmeleri mu'tad dır. Davetlilerin hepsi mevsim gereği erkan samur kürk, âdi destar (sarık) ve divan bisatlı (tören eğerli) atlarıyla, ulemâ büyük merasim elbiseleri ile, selimi erbabı selimileri ile, mücevveze erbabı da alay için mücevvezelerini beraberlerinde getirmek üzere yazılır. Gedikli müteferrikalar ve çavuşların mücevveze ve erkanlarıyle mevcut olmaları tenbih olunur. Dua için ancak Ayasofya şeyhi davet edilir.
1001 Osmanlı Hikayesi • 01.04.2005
13 Haziran 1913 Çarşamba günü saat 11.oo sıralarında Sadrazam ve Hariciye Nazırı Mahmud Şevket Paşa, bugün İstanbul Üniversitesi Merkez Binası olarak kullanılan, o zamanki Harbiye Nezareti binasından makam otomobiline binip Babıâli'ye gelirken, Bâyezid meydanını geçip Divanyolu'na vardığı bir sırada "Sakalar Çeşmesi" denilen yerde kalabalık bir cenaze alayı yüzünden durmak zorunda kalmıştı. Tam bu sırada, tamir bahanesiyle yolun kenarına park etmiş başka bir otomobilin içinde ve dışında bulunan yedi kişi hemen tabancalarıyla ateş etmeye başladılar. Bunlar, Topal Tevfik Çerkes Ziya, Nazmi, eski Bahriye Yüzbaşısı Şevki, Teğmen Mehmed Ali, Gelenbevi Mektebi Başmubassırı Abdullah Safa ve Abdurrahman adlı kişilerdi.
1001 Osmanlı Hikayesi • 02.04.2005
Hicri 915 senesinin Rebiülahir ayının 25. Salı gecesi (l4 Agustos l509) Memaliki-Rûm denilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve havalisinde başlayıp 45 gün şiddetle devam eden depremde halk, iki ay kadar dışarda çadır ve örtüler altında kalıp hayatını devam ettirmek zorunda kalmıştı. Bu deprem, aynı şiddette İstanbul ve Edirne'de de oldu. Gerçekten, l4 Eylül l509'da İstanbul, Osmanlı tarihinin kayd ettigi en şiddetli ve hızlı depremine maruz kalmıştı. Küçük kıyamet denilen bu depremde İstanbul'da yüz dokuz cami ve mescid ile bin yetmiş ev harab olmustu. Halktan da beş bin kadar insan ölmüstü. İstanbul'un, Eğrikapı'dan Yedikule'ye kadar olan üç kat suru yıkıldığı gibi, Yedikule'den de başlayıp deniz kenarındaki İshak Pasa Semti kapısına kadar harab oldu. Bunlardan başka Fâtih Camii'nin kubbesi ve direklerinin başları çatladığı gibi imâret, hastahane ve Sahn Medreseleri'nden bazıları ile diğer medreseler den bir kısmının kubbeleri yıkıldı.
1001 Osmanlı Hikayesi • 03.04.2005
Şemseddin Sivâsi bir gün talebelerinden Receb Efendi'yi odalarına çağırıp; "Din düşmanlarının (hıristiyanların), sınırlardaki müslümanlara baskı ve zulümleri haddinden fazla olmuş, tahammül edilemez hâle gelmiştir. İçimde onlara karşı sefere gitme arzusu belirdi." buyurdu. Bu sözü üzerine, ihtiyâr olduklarını zayıf bünyelerinin sefere çıkmaya engel olacağını ve bu husûsa dâir pâdişâhtan da herhangi bir haber gelmediğini söyledim. Bunun üzerine; "Bize işâret ve tenbih olundu ki: "Sefer hazırlıklarını tamamla! Fetih ve zafer senin için mukarrerdir." buyurdu. Ben de; "Şüphesiz ben sâdece hak dine boyun eğip, yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a çevirdim ve ben O'na ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim." meâlindeki En'âm sûresi 79. âyetini okudum. Bunun üzerine; "Bize müjde verildi ki yakında güçlü bir pâdişâh gazâ edip, birçok fetihlerde bulunacak ve müminlerin kalpleri de sevinçle dolacaktır." buyurdu.
1001 Osmanlı Hikayesi • 04.04.2005
711 tarihinde Kuzey Afrika'yı baştan başa kat eden Müslüman mücahidler, İspanya'ya girdikten sonra orayı terk edinceye kadar İberik yarımadasını medeni eserlerle süslemiş, çok sayıda kültürel ve sosyal müesseseler meydana getirmişlerdi. Müsümanlar, İspanya topraklarına ayak basar basmaz, ırk, din, dil, mezheb ve soy farkı gözetmediler. Got, Vandal, Romalı, Hristiyan ve Yahudi demeyip herkese Müslümanlar gibi haklar tanıdılar. Endülüs ( III. Abdurrahman, II. Hakem gibi) büyük hükümdarlar gördü. Parlak devirler yaşadı. Orada (Kurtula Camii gibi) âbideler, (Medinetü'z-zehra gibi) saraylar yapıldı. Doğuda Bağdad, batıda Kurtula, dünya yüzünde İslâm medeniyetinin gözler kamaş tıran merkezleri haline geldi. Kurtuba'da kadınlardan alimler, sairler ve muallimler yetişti.
1001 Osmanlı Hikayesi • 06.04.2005
Venedik, İnebahtı, Modon, Koron ve Navarin gibi yerlerin ellerinden alınmasının yanın da, iki sene üst üste inen Osmanlı darbesine karşı koyamayacağını anlamıştı. Bu sebeple Osmanlılara karşı Alman İmpraratoru, Papa, İngiltere, Fransa, İspanya, Napoli, Lehistan ve Macaristan'dan yardım talebinde bulunur. Bu yardımla Osmanlılar aleyhine bir "Haçlı Ittifakı" ortaya çıkmış oluyordu. Baslangıçta, menfaatleri gereği Türkleri, Venedikliler aleyhine hareke te geçiren Papa, bu sefer de çağrısı üzerine Osmanlılar aleyhine bir ittifak kurmaya çalışıyor du.
1001 Osmanlı Hikayesi • 07.04.2005
Oğlu Âbid Efendi'nin kaleminden Abdülhamid Hân'ın esâret hayatı..."... Selanik'e gidişimizle alâkalı olarak, zihnimde sadece, saraydan Sirkeci'ye yahut Selanik Gar'ından Alâtini Köşkü'ne kapalı bir araba içinde hareketimize dair belli-belirsiz bir hayâl kalmış. Karanlık bir arabada babamın karşısına oturduğumu ve siyah sakalını görür gibiyim... Alâtini Köşkü'ne girişimizde, annemin kucağındaydım... Annemin beni taşımaktan yorgun düştüğünün nasılsa farkına varan bir subay, sonradan Paşa olan Emniyet Genel Müdürü Albay Gâlip Bey, kucağından almak nezâketini gösterdi ve alırken de, 'Verin bana şu yılan yavrusunu!' dedi... Bu kahraman (!) zâbit, anlaşılan tam mânâsıyla bir centilmendi!.. Bunu söyleyen, Hareket Ordusu'nun genç ve toy subaylarından biri olsaydı affederdim; lâkin bu adam, o zaman albaydı ve en az kırk yaşlarındaydı... O arada Ali Fethi Bey de (yıllar sonrasının başbakanı Fethi Okyar), 'Zavallı çocuk!' diyerek beni kucağına aldı, gözünden bir damla yaş düştü.
1001 Osmanlı Hikayesi • 08.04.2005
Sultan İkinci Bâyezid Han, Kili ve Akkermân kalelerinin fethine çıktığında, Baba Dağına gelince; sâlih kimselerden bâzıları; "Pâdişâhım! Burada Sarı Saltuk adına nûrlu bir türbe vardı. Kâfirler yıkıp üzerine taş, toprak, çöp dökerek kabrini kaybettiler." diye şikâyette bulundular. Sultan Bâyezid-i Veli o mezbeleliğe gitti. Bir seccâde üzerinde Kara Şems (Şemseddin Sivâsi) ile ikişer rekat namaz kılıp hakikatı öğrenmek üzere o gece istihâreye yattı. Hemen Sarı Saltuk, sarı renkli sakallı ve yeşil sarığı ile görünüp; "Yâ Bâyezid! Hoş geldin. Akkermân ve Kili kalelerini ve vilâyetlerini Boğdan kâfirleri elinden harp yapmadan fethedeceksin. Oğulların Mekke ve Medine'ye hizmet edecek. Beni bu pislikten kurtar." dedi. Sultan uyanınca; Kara Şems'e; "Efendi! Gördüğün rüyâyı bir kâğıda yaz. Ben de yazayım. Şeyhülislâma gönderelim. Bakalım ne cevap verir." dedi. Herbiri gördükleri istihâreyi yazıp mühürlü olarak şeyhülislâma gönderdiler. Allahü teâlânın hikmeti ikisinin de görüp anlattıkları rüyâ aynıydı. Şeyhülislâm hemen; "Padişâhım! O yere büyük bir türbe yaptırasın." diye haber gönderdi. Sultan Bâyezid Han, o yeri temizlettirdi. Temizlenirken üzerinde; "Hâzâ Kabr-i Saltuk Bey Seyyid Muhammed Gâzi" diye yazılmış bir mermer sanduka göründü. Mimâr ve mühendisler toplanıp nûrlu bir türbe ve câmi ile diğer hayır yerlerinin inşâsına başladılar. Bâyezid Han, Kili ve Akkerman kalelerini hakikaten harpsiz fethedip, oraların fâtihi oldu. Zaferle Baba Dağına döndü. Bir sene orada kışladı. Etrâfı düzene koyup, Baba Dağı şehrini imâr etti. Bütün hayır yerlerini Baba Sultan'a vakfetti.
1001 Osmanlı Hikayesi • 09.04.2005
Cezayir'i zaptederek burada üs kuran Barbaros, Kanuni'nin kendisini davet etmesi üzerine, yanına 18 amiralini de alarak İstanbul'a gelmeye karar verdi. Bu sûretle Osmanlı'nın bir eyâleti olan Cezâyir'in, fiilen imparatorluğa katılmasına da rızâ göstermiş oluyordu. Barbaros'un İstanbul limanına vardığı 27 Aralık 1533 günü, güzel bir kış günü idi. Soğuğa rağmen bütün sahil boyunca bir-iki yüzbin İstanbullu birikmişti. Yıllardan beri adı efsanelere karışan ve daha hayatında bir masal kahramanı hâline gelin Barbaros'u görmek için halk, birbiri üzerine yığılıyordu. Ünlü denizci, 18 amirali, yâverleri ve kalabalık maiyyetiyle top ateşleri ve halkın tezâhüratı arasında karaya ayak bastı. Bu, onun İstanbul'a ilk gelişiydi.
1001 Osmanlı Hikayesi • 10.04.2005
Memlûklerin Safevileri desteklemesi yüzünden Osmanlılarla arası açılmıştı. Sultan Gavri, İbrâhim Gülşeni hazrelerinin karşı çıkmasına rağmen, devlet adamlarının ısrarı üzerine, Yavuz Sultan Selim üzerine yürüdü. Ancak yapılan savaşta hayâtını kaybetti. Onun yerine tahta çıkan Tomanbay, İbrâhim Gülşeni'ye gelip duâ istirhâm eyledi. Şeyh dedi ki: "Siz duâya kâbiliyet ve istidâd hâsıl eyleyin ki duâ size ulaşsın. Sultanların duâya istidâdı adâlettir. Ol dahi Allahü teâlânın kitâbı ile hüküm vermektir. Her kim Allahü teâlânın emri üzere hüküm etmez ise zâlimdir. Sultanım! Eğer makâm-ı selâmette olmak istersen, Selim'e tâbi olasın." Bu nasihatlere rağmen Tomanbay Ridâniye'de Yavuz'un karşısına çıktı. Bozguna uğradı, sonra yakalanarak idâm edildi.