KATEGORİ: 1001 Osmanlı Hikayesi

Doğum

Abdülhamid Han'ın uzun yıllar mâbeyn kâtipliğini yapmış Tahsin Paşa, hâtıralarında anlatıyor: -Bir akşamdı. Mabeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım.Gelen mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertipleyip huzura çıkmak üzereyken bir telgraf geldi. İstanbul'da Laleli postanesi memurlarından birinin Yıldız'a çektiği bu telgrafta, karısının o gece doğum yapacağı, doğumun çok zor olacağına dair doktorlar tarafından dikkat işareti verildiği, elinde hiçbir vasıta bulunmadığı ve Merhamet-i Şâhâneye sığındığını bildiriyordu. Bu telgrafa kıymet vermedim ve onu listeye almadım.

Vehbi Tülek

Fatih Ve Papazlar

Fatih, Rumeli Hisarı gibi, Bizans'ın boğazını sıkacak dev eseri, üçbuçuk ayda tamamladı. Başta kendisi olmak üzere bütün Vezirler sırtlarında taş taşıdı. Dürüstlükle, harcından çalınmadan yapılan eser, 550 senedir dimdik ayakta. 17 Ağustos'ta moloz yığını olan binaların mimar ve mühendisleri bundan ders almalıdır! Çeşitli yalanlarla suçladıkları fethin babası, din ayrımı gözetmeksizin Rum, Ermeni ve Yahudilere inanç ve icrai sanat hürriyetini tattıran insandır. 52 günlük bir muhasaradan sonra, Türk askerleri İstanbul surlarından, coşkun bir sel gibi akıyordu. Bizans halkı ise, ölüm korkusu ile Ayasofya'da toplanmışlar ve gaipten bir kurtarıcı bekliyorlardı.

Vehbi Tülek

İlk Denizalti

1719 yılında Sultan III. Ahmed Hân, şehzâdeleriyle İstanbul'dan 5000 fakir çocuğu sünnet ettirmişti. Bu vesileyle İstanbul'da onbeş gün onbeş gece şenlikler yapılmış, halkın yüzü gülmüştü. Bu şenliklerde bütün halka yemekler verilmiş, herkese hediyeler dağıtılmıştı. Osmanlı tarihindeki sünnet düğünlerinin en muhteşemi olarak bilinen bu düğünde sanatkârlar ve esnaf da olanca hünerlerini göstermişti. Bu gösterilerden biri vardı ki anlatmaya değer: Düğünün son günlerinden bir gün Pâdişah Aynalıkavak Kasrı'ndaydı. Herkes kayıklarla Haliç'e dökülmüştü. Denizin yüzü kayıklarla örtülmüştü. Kürekleri kımıldatmanın imkânı yoktu. Gemilerin üzeri de mahşer gibiydi. Bu gösteride, Mimarbaşı İbrâhim Ağa'nın yaptığı gemi büyüklüğündeki bir timsah modeli, üst çenesini açıp kapayarak yarım saat kadar deniz yüzünde dolaştıktan sonra denize daldı. Zevkle seyredilen bu gösteri çok da takdir toplamıştı. Fakat o da ne? Bir saat sonra battığı yerden tekrar deniz yüzüne çıkınca, takdirler bu sefer hayrete dönüştü. Timsah ağzını açıp durdu, ağzından rengârek kıyâfetli beş tane çocuk çıkıp oynamaya başladı. Mimarbaşının bu timsahı dünyanın bundan üç asır kadar önce tecrübe edilmiş ilk denizaltı gemisi sayılmaktadır

Vehbi Tülek

Bir Bayram Günü

Ayşe Osmanoğlu, babası Sultan Abdülhamid Hân dönemini anlatıyor:

'31 Mart 1901 Kurban Bayramında Dolmabahçe Sarayı'na gitmiştik. Bayramlaşmayı seyretmek için locaya yerleşmiş, seyre dalmıştık. Aniden şiddetli bir yer sarsıntısı başladı. Saray yıkılıyor zannıyle korkup titremeye başladım. Hepimiz yerlerimize mıhlanmış gibi kalıp, 'Allah! Allah!' diye bağırmaya başladık. Bu sırada, ortadaki büyük âvizenin orta kısmı şiddetli bir gürültü ile yere düştü. Gürültünün şiddetinden birbirimize sarılıyor, aramızda bayılanlar oluyordu. Bu sırada aşağıdan, Müezzin Abdullah'ın gür ve tesirli sesiyle okumaya başladığı ezân, kulaklarımıza aksetti. Cenâb-ı Hakka duâ edip sığındık. O zaman 'Aman, Efendimize bir şey oldu mu?' diye pencerelere koştuk. Salon karmakarışık olmuştu. Hiç kimse yerinde yoktu. Babam, yalnız başına, tahtının önünde kılıcına dayanmış, ayakta duruyor, Ezân-ı Muhammedi'yi dinliyordu. Yavaş yavaş herkese sükûnet geldi. Babam metânetle tahtına oturdu. Muâyede (yâni, bayramlaşma) başlasın!' emrini verdi. Âvizenin düşen parçasının 700 kilo olduğunu söylediler. Allaha şükür, bundan başka zâyiat olmadığı gibi, kimsenin burnu bile kanamadı...'

Vehbi Tülek

Kayip Saat

Osmanlı Devleti zamanında Bursa'da yaşlı bir hanımın saati kaybolmuştu. Kadıncağız ertesi gün, doğru vilâyet konağına koştu. Vâli Ahmed Vefik Paşa'nın huzûruna çıktı. 'Vâli paşam, dedi. Benim baba yâdigârı bir saatim kayboldu. İşittim ki sizin sihirli bir gözlüğünüz varmış, onu gözünüze takınca bütün kayıp şeyleri görüp bulurmuşsunuz. Ne olur benim saatimi de bulun!' dedi.Vefik Paşa, hükûmete ve hükûmet adamına karşı duyulan bu saf ve temiz inancı sarsmak istemedi. Kadıncağıza saati iyice târif ettirdi. Sonra:'Peki hanım teyze. Sen şimdi git, yarın gel. Ben inşaallah bu gece saatini bulurum.' dedi. Sonra çarşıya bir adam gönderip târif edilene en yakın bir saat satın aldırdı. Ertesi gün gelen yaşlı kadına bunu teslim ederken:'Al saatini teyze. Yalnız saatine mukayyet ol. Bir daha kaybedersen bizim gözlük de artık işe yaramaz!' yollu tenbihte bulunmayı da ihmal etmedi.

Vehbi Tülek

Kara Mehmet Paşa

Mehmet Paşa, Ulukışlalı bir Türkmendir. Asıl lâkabı "Oğuz" olmasına rağmen, İslâm harf lerindeki Kef ve Kaf harflerinin karıştırılmasından dolayı, hasımları onu "Öküz" diye anarlar. Babası Kumkapı semtinde öküz nalbantlığı yaptığı için, kendisini aşağılamak maksadı ile de kullanırlar bu sıfatı. Politikanın cilvesi işte. Ama tarihler, Mehmet Paşa'dan "Edib-i vakûr, vezir-i sahip-şuur" olarak bahsederler.Mısır Vâliliği, Osmanlı Devleti'nin ilk sırada yer alan gelir ve vergi kaynağıdır. O yüzden, hemen herkes, kısa zamanda zengin olabilmek için Mısır'a tayinlerini isterler. Kara Mehmet Paşa, bu göreve 27 yaşında iken tayin edilir. Sultan I. Ahmet Hân, yakışıklı ve namuslu genç vâliye, 17 yaşındaki kızı Gevher Sultan'ı verir. Hanımı yanında olduğu hâlde yola çıkar.

Vehbi Tülek

Temizlik

Kanûni Sultan Süleyman zamanında İstanbul'a gelen bir Alman râhibi, 1560 tarihinde yazdığı bir eserde şöyle demektedir:(İstanbul'daki temizliğe hayran oldum. Burada herkes günde beş defa yıkanır. Bütün dükkânlar tertemizdir. Sokaklarda pislik yoktur. Satıcıların elbiseleri üzerinde ufak bir leke bile bulunmaz. Ayrıca ismine (hamam) dedikleri ve içinde sıcak su bulunan binalar vardır ki, buraya gelenler, bütün bedenlerini yıkarlar. Hâlbuki bizde insanlar pistir, yıkanmasını bilmezler.) Bugün ise, müslüman diyarları denilen yerlerde seyahat eden yabancılar, neşrettikleri kitaplarda, (Bir doğu memleketine gittiğimiz zaman, evvelâ burnumuza bir kokmuş balık ve süprüntü kokusu geliyor. Her taraf pislik içindedir. Yerler tükürük ile doludur. Ötede beride toplanmış süprüntü ve ölmüş hayvan leşlerine rastlanılır. İnsan böyle bir doğu memleketinden geçerken iğreniyor ve müslümanların iddia ettikleri gibi temiz olmadıklarını anlıyor.) demektedirler.Bugün, İslâm devleti ismini taşıyan memleketlerde, imân bilgileri bozulduğu gibi, temizliğe de tam riâyet olunmamaktadır. Fakat bunda kabâhat, İslâm dininde değil, İslâm dininin esasının temizlik olduğunu unutan kimselerdedir. Fakirlik, pis olmak için bir mazeret teşkil etmez. Bir insanın yere tükürmesinin, ortalığa pislik saçmasının para ile hiçbir ilgisi yoktur. Böyle pislik yapanlar, Allahın temizlik emrini unutan bedbahtlardır. Her müslüman, dinini iyi öğrense ve buna riâyet etmiş olsa, bu pislik hemen ortadan kalkar. O zaman, başka milletler, müslüman memleketleri ziyâret ettiklerinde, tıpkı orta çağda olduğu gibi, müslümanların temizliğine hayran kalırlar.

Vehbi Tülek

Her Kim Bu Taşi Kaldirirsa

Osmanlı Devleti zamanında, İstanbul Okmeydanı, birçok ünlü atıcılar görmüştür. Bunların en namlılarından biri de Tozkoparan İskender'dir. O sıra İran'dan Bahtiyar adını taşıyan bir pehlivan gelip, hükümdarın yanında sert yaylar çekmiş, birçok aynalar (metal levha) vurmuş ve büyük hünerler göstermiş. Hükümdar; "Bizde buna gâlip olan kimse yok mudur?" deyince,"Pâdişahım bir nice gün izin verin tedârik olunur." demişler. Atıcıların ileri gelenleri bir yere toplanıp görüşmüşler ve şu tedâriki görmüşler: Birkaç kantar ağırlığındaki bir top taşına demirden bir halka yapıp Bab-ı Hümayun'dan içerideki meydana koymuşlar ve; "Her kim bu taşı kaldırırsa, çok büyük ihsan vardır!" diye etrafa haber yaymışlar. Bileğine güvenen herkes o demir halkaya yapışıp ancak yerden iki parmak kadar kaldırabilmiş. Ziyade kaldırabilen ancak bir karışı bulabilirmiş.

Vehbi Tülek

Mücevherli Minare

Kanuni Sultan Süleyman tahta geçip adına bir cami yaptırmaya karar verdiğinde bu caminin şimdiye kadar yapılanların en muhteşemi olmasını istedi. Düşüncesini Mimarbaşı Sinan'a açtı. Sinan: 'Buyruğunuz başım üstünedir. Yalnız önce şehri gezmek isterim. Bana bir hafta izin verin padişahım dedi.' Padişah yarı kızgınlıkla 'Sen İstanbul'u bilmez misin Sinan?' dedi. 'İşe başlamak için neden beklersin?' 'İşe şu anda başlamış bulunuyorum Sultanım. Bir hafta boyunca şehri dolaşarak caminizin yerini tespit edeceğim...'Mimarbaşı bunu dedikten sonra padişahın yanından ayrıldı. Ertesi sabah şehri bir baştan bir başa dolaşmaya başladı. Cami, Ayasofya'nın bulunduğu tepe gibi bir tepeye yapılmalıydı. Süleymaniye ilk bakışta göze çarpmalıydı.

Vehbi Tülek

Nedendir Bu?

Yavuz Sultan Selim Han mübârek, bir gün nasıl olduysa gönül ehli olan Şâir Hikmet'i yanlışlıkla üzüp, yanından uzaklaştırmış. Şâir Hikmet de, diyâr diyâr dolaşıp yerleşecek yer aradıktan sonra, nihâyet Van Müftüsü'nün yanında kâtip olarak çalışmaya başlamış. Aradan zaman geçtikten sonra, Sultan Selim Han şâiri tekrar bulmak istemiş. Fakat ara ki bulasın... Şâir sanki yer yarılmış da içine girmiş. Düşünmüş, taşınmış ve aklına bir fikir gelmiş. Demiş ki, 'Ben bir mısrâ yazayım ve bir yarışma düzenlensin. Benim mısrâmı beyte tamamlayan en güzel mısrâyı yazana mükâfât vereceğimi ilân edeyim. Şüphesiz ki Şâir Hikmet de dayanamayıp, katılacaktır. O vakit, onu üslûbundan tanırım.' Ardından şu mısrâyı yazmış:

'Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?'

Vehbi Tülek

Kişiyle Alay Etmenin Sonu Pişmanlıktır

Vehbi Tülek

İnsanlarla Uğraşmakta Hayır Ve Fayda Yoktur

Vehbi Tülek

Ey Mahmûd! Uzat Elini Seni Yukarı Çekeyim

Vehbi Tülek

Nefis, Çok Övülmesi Yüzünden Firavunlaştı

Vehbi Tülek

İnsanların Hep Iyi Taraflarını Gör, Günahlarını Araştırma!

Vehbi Tülek