Yolumuzu Aydınlatanlar • 19.08.2008
Sâbit bin Eslem el-Benâni, Tâbiinin; zâhid, âbid ve müttekilerinden bir büyük zat idi. Künyesi Ebû Muhammed'dir. 737 (H.120) senesinde vefât etti.
Basra'nın en büyük âlim ve râvilerinden olan el-Benâni hazretleri, hadis ilminde sika, emin, güvenilir ve itimâd edilir bir âlimdir ve birçok Sahâbiden hadis-i şerif rivâyet etmiştir. Enes bin Mâlik, Abdullah İbn-i Ömer bunlardandır.
Bu mübarek zat, gecelerini ibâdetle geçirir ve çoluk çocuğuna; "Kalkın, Allahü teâlâya ibâdet edin. Şunu hiç unutmayın ki, gece kalkıp ibâdet yapmak, kıyâmetin şiddet ve dehşetinden daha hafiftir" derdi.
Yolumuzu Aydınlatanlar • 20.08.2008
Cemâleddin Muhammed Ezheri, Hicri sekizinci asırda yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. Peygamber Efendimizin kızı hazret-i Fâtıma'nın neslinden geldiği için seyyiddir. Doğum tarihi belli değildir. 1358 (H.760) senesinde Geylân civârındaki Lenger-Künân mevkiinde vefât etti. Kabri oradadır...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 21.08.2008
Nizâmeddin Evliyâ hazretleri Hindistan'da yaşayan büyük velilerdendir. 1325 senesinde vefat etti. Milyonlarca Hindli onun sohbetleri ve merhameti ile Müslüman olmakla şereflenmiştir. Bütün Hindistan halkı onu hürmetle anıyor ve büyüklüğünü, kerametlerini anlatıyordu. Buna rağmen bazı devlet adamları siyasi endişelerle ona karşı çıktılar. Daha önce Nizâmeddin Evliyâ'nın büyüklüğünü kıskanan, eski Sultân Kutbeddin'in acı sonundan mesûl olan saray erkânı, bir kere daha, yeni Sultan Gıyâseddin Tuğluk'u o büyüğe karşı kışkırtarak, eski yaptıklarını denediler. Ona olmayacak şeyleri söylediler. Sultâna bağlı âlimler ile Nizâmeddin Evliyâ arasında münâzara yapılması kararlaştırıldı...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 22.08.2008
Pir Muhammed Gencevi hazretleri Azerbaycan'ın Gence şehrinde yaşamış büyük bir velidir. Onaltıncı yüzyılda Gence'de vefat etmiştir. Pir Muhammed Gencevi hazretlerinin hanımı Zeyneb Ananın iki erkek kardeşi vardı. Bunlardan biri eniştesi olan Gencevi hazretlerini severdi ve ona talebe olmuştu. Diğerinin ise hiç muhabbeti yoktu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 22.08.2008
Bostan Çelebi, mürşid-i kâmil olup, Allahü teâlânın nûru ile bakan bir zât idi... Bu mübareğin, hâl, hareket ve tavırlarında gizli mânâlar ve işâretler bulunduğu firâset sâhipleri ile halkın çoğu tarafından bilinirdi. Meselâ, av ile fazlaca ilgilenirse, talebelerinin çokluğuna; harp âletleriyle meşgûl olursa, ordunun cihâda çıkacağına; elbise ve sarıklarını sık sık değiştirseler, devlet kademelerinde tâyinler olacağına; giyinişlerinde değişiklik yapmayıp aynı elbiseleri uzun süreli giyseler, umûmi rahatlık ve ferahlığa; fazla ihsân ve bağışlarda bulunsalar, bolluk olacağına; tutumluluk gösterseler, kıtlık ve pahalılığa; sadaka vermekte gayret gösterseler, vebâ hastalığı çıkacağına işâret olurdu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 24.08.2008
Dâvûd Samadi, Balıkesir'in Havran ilçesi civarında yaşıyan velilerdendir. Doğum ve vefât târihi belli değildir. On üçüncü asırda yaşamıştır. Hayâtı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Zamânın âlimlerinin sohbetlerinde bulunarak kemâle geldi...
Dâvûd Samadi bir gün hizmetçisine;
Yolumuzu Aydınlatanlar • 25.08.2008
Allahü teâlânın dostları, bu dünyadan geçmiş, sadece Rablerini düşünür, onun huzuruna çıkacakları günün endişesinden başka bir endişe taşımazlar... İşte bu Allah dostlarından biri de Küllab bin Ceri'dir.
Küllab bin Ceri, ömrünü ibadetle ve insanlara emr-i maruf yaparak geçirmiştir. Bu iki özelliğinin dışında bir özelliği daha vardı ki; onu asıl meşhur eden bu durumu idi. Çok ağlardı...
Çünkü hadis-i şeriflerde (Allah korkusu ile gözden akan bir damla gözyaşından veya Allah yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, Allah indinde bir damla yoktur.) ve (Allah korkusu ile ağlayan göze, Cehennem ateşinin dokunması haramdır) buyuruluyordu. Resulullah efendimizin bu hadis-i şeriflerini bir an olsun aklından çıkarmıyordu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 26.08.2008
Sultan İbrahim Han, İstanbul'da doğdu. Uzun boylu, kuvvetli vücutlu ve kumral sakallı idi. Annesi Kösem Sultan onun iyi yetişmesi için çok gayret göstermişti. Devrinde yaşayan bazı kindarların dediği gibi "deli" değil "veli" bir sultandı...
Kardeşi Dördüncü Murad Han'ın vefatı üzerine 1640'ta tahta çıktığı gün şöyle dua etmişti: "Elhamdülillah. Ya Rabbi! Benim gibi zaif kulunu bu makama lâyık gördün. Ya Rab! Saltanat günlerimde milletimin halini hoş eyle ve birbirimizden hoşnut kıl!"
Sultan İbrahim Han, tahta çıktıktan sekiz sene sonra Edirne'ye gitmişti. Tellala şöyle bağırttı:
-Padişah fermanıdır. Duyduk duymadık demeyin... Yarın ayak divanı olacaktır. Kimin kimden şikâyeti varsa gelsin, padişah efendimize söylesin. Duyduk duymadık demeyin...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 27.08.2008
Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından birkaç ay sonra, Hazreti Ali'nin (radıyallahü anh) hanımı, Hasan ve Hüseyin'in annesi olan kızı Fatıma da babasına kavuştu. Hazreti Ali, Beni Hanefiyye'den bir kız istedi. Ca'fer bin Kays el-Hanefiyye'nin kızı Havle'yle evlendi ve ondan bir oğlu oldu. Adını Muhammed koydu. Ancak halk onu, kardeşleri, Fatıma'nın oğulları olan Hasan ve Hüseyin'den ayırdetmek için "Muhammed bin Hanefiyye" diye çağırmaya başladılar...
Muhammed bin Hanefiyye, Ebu Bekir'in (radıyallahü anh) halifeliğinin sonlarında doğmuştu. Babası Ali ibni Ebi Talib'in gözetiminde büyüyüp yetişmiş ve onun tedrisinden mezun olmuştu.
Yolumuzu Aydınlatanlar • 28.08.2008
Eshâb-ı kiram, Resûlullahın sevgisi için, akrabâlarını, ahbablarını, çocuklarını, zevcelerini, memleketlerini, evlerini, akarsularını, tarlalarını, ağaçlarını terk ettiler. Resûlullahı "sallallahü aleyhi ve sellem" bunların hepsine ve kendi canlarına tercih ettiler. Bunların sevgisini ve canlarının sevgisini bırakıp, Resûlullahın sevgisini seçtiler. Resûlullahla konuşmak, Onunla berâber bulunmak şerefine kavuştular. Onun sohbeti bereketi ile, Peygamberlik üstünlüklerine eriştiler. Allahü teâlânın gönderdiği vahyi gördüler ve melekle berâber bulunmakla şereflendiler. Hadis-i şerifte (Eshâbımın her biri gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız, Allahü teâlânın sevgisine kavuşursunuz) buyuruldu.