Yolumuzu Aydınlatanlar • 20.07.2008
İmâm-ı Rabbâni'nin baba ve dedelerinin hepsi ilim ve ihlâs sahibi olup, zamanlarının meşâyıhından, ekâbirinden idi. Hepsi çok muhterem ve evliyâ-i kiramdan idi. Mevlânâ Ahmed-i Nâmıki Câmi ve Halilullah-ı Bedahşi gibi büyük veliler, İmam-ı Rabbâninin geleceğini önceden haber vermişlerdi. Hattâ, Resûlullah efendimiz, onun geleceğini müjdelemişti. İmâm-ı Süyûti (Cem'ul cevâmi') kitabında, bu hadis-i şerifi, İbni Mes'ûd Abdürrahman ibni Yezidden, O da Hz. Câbirden rivayet ederek bildiriyor. Ha-dis-i şerif budur: (Ümmetimden Sıla isminde biri gelir. Onun şefaati ile, çok çok kimseler Cennete girer.)
"Sıla" birleştirici demektir. Tasavvufu fıkh bilgileri ile birleştirdiği için İmâm-ı Rabbâni hazretlerine bu isim verildi. Zamanın âlimleri, Ona bu isim ile hitâb eylediler. Kendisi de, oğlu Muhammed Mâsuma yazdığı bir mektûbda, (Beni iki derya arasında sıla yapan Rabbime hamd ederim) diye buyurmaktadır...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 21.07.2008
Fâtih Sultan Mehmed Han, Avrupa'nın kapısı olan Belgrad'ı fethetmek için 13 Haziran 1456 günü kusatmıştı. Muhasara sâdece kara tarafından baslamıstı. Bu yeterli değildi, zirâ kalenin nehir yolu ile irtibâtı devam ediyordu. Macarların "milli kahraman"ı Hunyadi Yanoş gelmeden önce kaleye girmek lâzımdı...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 22.07.2008
Orhan Gazi'nin Bursa'yı fethi esnasında, ordu içinde "Kırklardan" olduğu rivayet edilen Ebdal Murad isimli bir cengâver vardı. Askerler arasında "Çıplak Âşık" diye nâm salmıştı. Heybeti, çelik pençeleri, ateşli bakışları yürek titretiyordu. Şiirler söyler, askeri coşturur, bir arslan gibi kükrerdi. Öyleydi de, elinde kılıç yerine bir tahta parçası taşırdı, kendisiyle latife edenlere "Siz onun ne kadar keskin olduğunu bilemezsiniz" derdi...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 23.07.2008
Mayıs 1919'da, sinsice İzmir'e çıkan Yunanlılar, bir Haçlı ordusu gibi hareket ediyordu... Çıkarma birlikleri hazırlanırken, askeri yargı teşkilatı da yeni tayinlerle güçlendirilmişti. Yaşı çok genç olmasına rağmen, babası 1897 Türk-Yunan Savaşında ölen ve Türklere kini olan Albay Dimitri Ambleas, bu harekâtta askeri yargının başına getirilmişti. Hem de Kralın yetkileri ile... Bundan maksat, kendi askerlerinin disiplini değildi. Türklerden en ufak bir direnme gösterenleri hemen -güya- hukuk yolu ile saf dışı etmekti!..
Mahkeme derhal göreve başlamıştı. Albay Dimitri, askerlere karşı gelen yaşlıları, göstermelik bir sorgudan sonra, casusluk suçundan idama mahkum ederek, anında infaz uyguluyordu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 24.07.2008
Sultan Alâüddevle Rükneddin, son Anadolu Selçuklu sultanlarındandır. Devletin başına geçtiği tarihlerde Moğollar Anadolu'yu işgal etmişler ve halka zulmetmeye başlamışlardı. Diğer taraftan Anadolu'daki beylikler de devlete başkaldırıyorlardı... Sultan Alâüddevle Rükneddin bütün bu gailelerle uğraşıyordu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 25.07.2008
Hindistan'da yetişen Allah adamlarından Hâce Behâeddin (Muhammed bin Kutbüddin) iyilik, lütuf, ikrâm ve ihsân sâhibi, eli açık, cömert bir zât idi. Misâfiri çok sever, çok ikrâmlarda bulunurdu. Onun zenginliği, fakirlerden ve zenginlerden bâzıları arasında çeşitli dedikodulara yol açtı...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 26.07.2008
Ukbe bin Ebi Muayt, Mekke müşriklerinden olup, kötü niyetli olmayan bir adamdı. Resulullahla her karşılaştığında saygıyla bakar, iyi münasebetini bozmamaya gayret ederdi. Hatta uzun yolculuktan döndüğünde Mekke'de yemek yedirmeyi âdet edinmişti... Yine böyle bir yolculuktan dönmüş, vereceği yemeğe Resulullahı da davet etmişti. Resulullah efendimiz, onun bu davetine şöyle karşılık verdi:
- Ukbe, davetine gelirim ama yemeğini yemem. Yemeğinden yemem için seni yaratan Allah'ı inkâr etmemeni, O'nun Resulü'ne de şehadet etmeni beklerim. Senin gibi iyi niyetli bir insan küfürde ısrar etmemeli artık.
Ukbe bu teklife çok da direnmedi. Şehadet kelimesini söyleyiverdi. Efendimiz sevinmişti... Ancak, ne var ki, Ukbe'nin Mekke'de putperest dostları da vardı. Haber bir anda onlara da ulaştı. Onların içinde Übey bin Halef katı bir müşrikti. Hemen gelip arkadaşını suçlayıcı sorular sormaya başladı:
Yolumuzu Aydınlatanlar • 27.07.2008
Büyük mutasavvıf Ahmed bin Ebü'l-Havâri, aslen Kûfeli olup, 780 (H.164)'de doğdu. Şam'da yaşadı. 844 (H.230) senesinde vefât etti.
Bu mübarek zat, Ebû Süleymân Dârâni hazretlerinin talebesidir. Ona talebe olduğunda, kendisine hiçbir zaman muhalefet etmeyeceğine söz vermişti. Gerçekten de ne emredilirse aynen yerine getiriyordu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 28.07.2008
Semnun Muhib hazretleri aslen Basralı olduğu için Basri, Bağdât'a yerleştiği için Bağdâdi nisbet edildi. Cüneyd-i Bağdâdi hazretlerinin devrinde yaşadı. Ondan sonra 932 (H.320) yılında vefât etti...
Semnun Muhib rahmetullahi aleyh, yaşı ilerlemiş, ömür merdiveninin son basamağına yaklaşmıştı. Bu yaşına kadar başından hiç evlilik geçmemişti. Ömrünün bu son anlarında, sadece sünnete tâbi olmak ve efendimizin sünnetini yerine getirmek için evlenmek istedi. Bu talep üzerine yakınları ona saliha bir hanım bulup evlendirdiler...
Evlendikten sonra her geçen gün Semnun Muhib hazretlerinin, hanımına olan sevgisi çok ziyade artıyordu. Sanki "kara sevda"ya tutulmuştu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 29.07.2008
Sa'di Şirâzi hazretleri, Bostan kitabında buyuruyor ki: Hindistan hükümdarlarından biri, okumaya merak saldı. O devrin âlimlerinden birini sarayına davet etti ve;
"Öğrenmem icabeden ilimleri kitab halinde yaz, onu okuyayım" dedi. O âlim de yedi cild tutan kitap yazdı. Fakat bu sırada hükümdar harbe gitmek için hazırlık yapıyordu. Dedi ki:
"Benim cildler dolusu kitap okuyacak zamanım yok. Bütün lüzumlu bilgileri küçük bir kitapta topla!"
Âlim zat, bu bilgileri tek kitapta topladı. Bu kitapta lüzumlu ilmihal bilgileri ve nasihatler vardı. Mesela: