Esas Pehlivan, Nefsine Galip Gelendir!
Şihâbüddîn Şâgûrî hazretleri hadîs âlimidir. 530 (m. 1116) senesinde İran’da Şâgûr’da doğdu. 615 (m. 1218) senesinde Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
(Rahmetullahi Aleyh)
e-Gazete (Bugün)
Bizim Sayfa (Bugün)
16.489.151
Caliyet-ül Ekdar
Silsile-i Aliyye Büyükleri
Şihâbüddîn Şâgûrî hazretleri hadîs âlimidir. 530 (m. 1116) senesinde İran’da Şâgûr’da doğdu. 615 (m. 1218) senesinde Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
Sultân Dördüncü Murâd Han, Bağdât seferine giderken Misâli Baba'nın bulunduğu köyün yakınında bir yerde ordusunu istirâhate çekmişti. Bu sırada çevreyi dolaşan Sultan, onun köyüne uğradı. Köyün alt tarafında küçük bir kulübe gördü. Yaklaşıp kapısını çaldı. Kulübenin kapısı açılıp, Sultanı, nûr yüzlü bir zât karşılayıp, tebessüm ederek içeri aldı. Onun velilerden olduğunu fark eden Sultan, hürmetle huzûrunda oturup, bir müddet sohbetini dinledi ve duâsını aldı. Ayrılıp giderken Sultana birkaç avuç bulgur ve bir torba da saman verdi. Sultan bunları alıp ordusuna döndü.O gün yemek zamânı kendisine Misâli Baba tarafından hediye edilen birkaç avuç bulgurun pilav yapılmasını istedi. Sultanın emri üzerine bulgur, pilav yapıldı. Bu bulgur pişirilirken gitgide artıp çoğaldı ve kazanlar dolusu pilav oldu. Bütün ordu bu pilavdan yiyip doyduğu halde yine de arttı. Samanı da atlara vermişlerdi. Saman da artıp atları doyurdu.Sultan, Misâli Baba'nın bu kerâmeti üzerine tekrar huzûruna gitti. Ona bâzı hediyeler verdi. Misâli Baba, Sultanın hediyesine karşılık, elini koynuna sokup, daha yeni açılmış tâze bir gül çıkardı ve Sultana verdi. Sultan gül mevsimi olmadığı halde kışın böyle bir gül vermesinin de başka bir kerâmeti olduğunu görerek, bir müddet daha sohbetinde kaldı. Sonra duâsını alıp elini öptü vedâlaşıp ayrıldı.Bağdât seferine giden Dördüncü Murâd Han, Misâli Baba'nın ve yol boyunca ziyâret ettiği veli zâtların duâsı bereketiyle târihte benzeri az görülen bir zafer kazandı.
Sinop'ta medfûn bulunan ve Takıyyüddin Ebû Bekr Kefevi'nin talebesi olan Mahmûd Kefevi hocasının şu kerâmetini anlattı:"Gemiye binip İstanbul'a gitmek üzere yola çıktık. Ben o zaman gençtim ve bu benim ilk yolculuğumdu. Hoş bir rüzgârla dört gün gittik. Sonra şiddetli bir rüzgârla deniz kabardı. Dalgalar her taraftan vurmaya başladı. Gemide bulunanlar korku, dehşet ve ümitsizlik içinde bâzı mal ve eşyâlarını denize attılar. Bu ızdırap ve sıkıntı bana da ümitsizlik vermeye başladı. Hocam Takıyyüddin Ebû Bekr Kefevi, geminin alt katında sâkin ve telaşsız bir halde oturuyor du. Dalgaların şiddetli vuruşları gemide bulunanların ve benim korkumu iyice arttırdı. Hocam bana bakıp; "Korkma! Allahü teâlâ bizi kurtaracak ve biz Erikli Kasabasının doğu tarafındaki Hacı Baba Dergâhında kuşluk vakti oturup süt içeceğiz ve incir yiyeceğiz." buyurdu.
Molla Mahmûd Zengenî hazretleri âlim ve evliyânın büyüklerindendir. 1717 (H.1130) târihinde Azerbaycan’da Karabağ’da doğdu. Beldesindeki birçok medresede âlet ilimlerini tahsîl etti. Tahsîlini tamamlayıp icâzet, diploma aldı. Kerkük’e dönüp evlendi ve orada tâliblere ilim öğretmeye başladı...Molla Mahmûd Zengenî hazretleri âlim ve evliyânın büyüklerindendir. 1717 (H.1130) târihinde Azerbaycan’da Karabağ’da doğdu. Beldesindeki birçok medresede âlet ilimlerini tahsîl etti. Tahsîlini tamamlayıp icâzet, diploma aldı. Kerkük’e dönüp evlendi ve orada tâliblere ilim öğretmeye başladı...
Ahmed Gülâbâdi rahmetullahi aleyh, hadis âlimlerindendir. Gülâbâd, Buhârâ şehrinin bir mahallesidir. 323 (m. 935) senesinde Buhârâ'da doğdu. 397 (m. 1008) senesinde vefât etti. Buyurdu ki:
Zamânının usûlüne göre ilim tahsilinde bulunan Arabi Feştâli el-Mağribi hazretleri, fıkıh ilminde yüksek âlim oldu. Pek çok âlim ve evliyânın ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu. Kendisini zâhiri ilimler yanında tasavvuf ilminde de yetiştirdi. İlim ve tasavvufta yüksek dereceye ulaşan Arabi Feştâli hazretleri, ders okutup talebe yetiştirdi. Birçok âlim ve veli onun meclisinde yetişti. Ebû Mesûd ed-Debbağ ondan ilim öğrenen kimselerdendir...
Müslümanlara sıkıntı veren Yahudi Ebû Râfi'ye haddini bildirmek için onun kalesine giren Hz. Abdullah bin Atik, bundan sonrasını kendisi şöyle anlatır:
İçeri girince, ahıra girip saklandım. Saklandığım yerden kapıcıyı tâkip ettim. Kapıyı kilitledi, anahtarları direğe asıp gitti. Anahtarları alıp, her tarafı dolaştım. Birçok kapıdan geçtim. Her kapıyı açtıkça, kapıyı iç tarafından sürgülüyordum. Bunu, eğer Ebû Râfi'nin adamları beni fark ederlerse, adamı öldürünceye kadar, bana yeteri kadar zaman kazandırsın, diye yapıyordum. Bu suretle Ebû Râfi'nin yattığı odaya kadar vardım.