Esas Pehlivan, Nefsine Galip Gelendir!
Şihâbüddîn Şâgûrî hazretleri hadîs âlimidir. 530 (m. 1116) senesinde İran’da Şâgûr’da doğdu. 615 (m. 1218) senesinde Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
(Rahmetullahi Aleyh)
e-Gazete (Bugün)
Bizim Sayfa (Bugün)
16.490.289
Caliyet-ül Ekdar
Silsile-i Aliyye Büyükleri
Şihâbüddîn Şâgûrî hazretleri hadîs âlimidir. 530 (m. 1116) senesinde İran’da Şâgûr’da doğdu. 615 (m. 1218) senesinde Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
Şafak sökmek üzereydi. Fakat tipi yüzünden gökyüzünün aydınlandığı anlaşılmıyordu. Sabah namazını henüz bitirmiş bulunan Budin Paşası sofadan gelen ayak seslerini işitti. Sonra kapı vuruldu. -Gel...Kanat açıldı. Ocaktaki alevler içeri giren sipahinin yüzünü aydınlattı. -Ne var oğlum?-Yahya Ağa gelmiş Paşa Baba! Seni görmeyi diler.Budin Paşasının yüzü aydınlandı. Serhadlerde bile ender görülen emsalsiz cenga ver Yahya Ağa, demek ki ölmemişti. Paşa derin bir nefes aldı. Sevinmişti... Ama Yahya Ağa onu bu vakitte niçin görmek istiyordu? -Haydi evlat, onu emen yanıma getir...Az sonra kapı açıldı. Üstünde başımda hâlâ kar tanelerini muafaza eden iri boylu, gayet yakışıklı bir babayiğit içeri girdi. Yeri titreten adımlarla ilerledi. El öptü.-Hayrola evlat, hoş geldin. Lakin ne var?
Osman Gazi zamanında Kumral Ebdal isminde, evliyadan bir zat vardı. Bir çok kerameti görülen bu zat, sık sık Hızır aleyhisselam ile görüşürdü. Yine bir defasında Hızır aleyhisselâm, Ebdal Kumral'a Osman Bey'den söz etti. Onun dağılmış olan müslümanları bir bayrak altında toplayacağından ve kurduğu devletin üç kıtaya yayılacağından bahsetti. Ebdal Kumral hazretleri bu genç beyi tanımıyordu. Ancak, birçok gazâda bulun duğunu ve zaman zaman gelip Şeyh Edebâli'nin zâviyesinde misâfir kaldığını duymuştu. Hızır aleyhisselâm; "O genç erin, geleceği çok ümitlidir. Kendisine bu müjdemizi ulaştır" dedi. Kumral Ebdal kendisini tanımadığını söyleyince, Hızır aleyhisselâm; "Onu, Edebâli hazretlerinin yanında bulacaksın. Şeyhe bu mevzuda bir rüyâsını nakledecektir." buyurdu.
Veliyyüddin Efendi Osmanlı Hanefi mezhebi fıkıh âlimi ve Nakşibendi şeyhlerindendir. 1659 (H.1069)da bugün Yunanistan sınırları dâhilinde bulunan Larissa'da (Yenişehir) doğdu. Zamânın meşhûr ulemâsından ilim tahsil etti, icâzet alarak çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Mekke-i mükerremeye gitti. Orada Muhammed Ma'sûm-i Fârûki hazretlerinin talebelerinden olan Ahmed-i Yekdest hazretlerinin sohbetleriyle şereflenerek Nakşibendiyye icazeti aldı. İstanbul'a dönerek Galata ve Edirne kâdılıklarında bulundu. 1738 (H.1151) senesinde İstanbul'da vefât etti. Veliyyüddin Efendi pek kıymetli eserler yazdı. Bunlardan "Şerh-i Mekâsıd'a hâşiye" kitabında şöyle buyurmaktadır:
Ahmed Sayyâd hazretleri, Yemen'de yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Çok kerâmetleri görüldü. 1183 (H.579) senesinde, vefât etti. Zebid şehrinde Bâb-ı Sihâm Kabristânında defnedildi. Kabri ziyâret mahalli olup, üzerine büyük bir türbe binâ edilmiştir. Kabrini ziyâret edenler istifâde etmekte, hastalar şifâ bulmaktadır...
Ohrili Hüseyin Paşa, Sultan İkinci Osman Han (Genç Osman) döneminde sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır...
On yedinci yüzyıl Osmanlı sadrâzamlarından olan Ohrili Hüseyin Paşa, bir timarlı sipâhinin oğludur. Bostancı Ocağında yetişti. Bostancıbaşılık, Yeniçeri Ağalığı ve Rumeli Beylerbeyliği yaptı. Vezirlikle Divân-ı Hümâyûnda bulunurken Güzelce Ali Paşanın yerine 1621 senesinde Veziriâzam oldu.
Sultan İkinci Osman Hanın Lehistan Seferinde de bulunan Hüseyin Paşa, Hotin önündeki savaşta meşhur gâzilerden Karakaş Mehmed Paşanın düşmana hücumu esnâsında, ona yardım etmeyerek şehid düşmesine sebep olduğu iddiasıyla sadrazamlıktan azledildi...
Fakir bir genç, padişahın kızına aşık olmuş. Bu ümitsiz sevdasını gidip o beldenin meşhur dervişine anlatarak yardım dilemiş. Derviş: "Evlâdım, şehrin girişinde tam yol ağzında otur, kim ne derse desin sadece 'Allah' diye cevap ver." demiş. Fakir genç, denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan "Allah" demiş. Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. Zamanla "Allah" diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Dervişten, genç hakkında bilgi istemiş. Derviş, gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. Padişah, kalkıp genci ziyarete gitmiş. "Kimsin? Derdin ne? Ne istersin?" demiş ise de, genç, padişaha karşı da "Allah" demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış. Derviş akşam gencin yanına gelmiş. "Padişah sana "Kızımı vereyim" diyene kadar, sen ondan sakın ola ki bir istekte bulunma!" diye tembihte bulunmuş. Nihayet bir gün padişah gelip: "Ne istiyorsun, istiyorsan seni kızımla evlendireyim." deyince, genç, dervişin şaşkın bakışları altında "Yok" demiş. Artık onu da istemiyorum. Ben başka birisinin hatırı için Allah dedim, Allah devrin padişahını ayağıma getirip, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi. Eğer Onun hatırı için Allah deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle Ondan başkasını anmıyor, ondan başkasını istemiyorum.