Merzûk Sârifî Hazretleri
Merzûk Sârifi hazretleri, Yemen'in Zebid şehrinde yetişen evliyânın büyüklerindendir. 1222 (H.619) senesinde vefât etti. Vefatından bir müddet evvel bir talebesine buyurdu ki:
Merzûk Sârifi hazretleri, Yemen'in Zebid şehrinde yetişen evliyânın büyüklerindendir. 1222 (H.619) senesinde vefât etti. Vefatından bir müddet evvel bir talebesine buyurdu ki:
Mevlânâ Ebû Said Evbehi, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebelerindendir. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. On beşinci asrın sonlarında yaşamıştır. Mevlânâ Ebû Said, Hâce Ubeydullah'ın sohbetlerinde kemâle geldikten sonra hocasından icazet, diploma alarak, insanlara doğru yolu anlatmaya çalıştı. Ömrünün sonuna kadar talebe yetiştirmekle meşgûl oldu. Vefatına yakın talebelerine şu vasiyeti yaptı:
Meyân Mir hazretleri, Hindistan velilerinden olup, Hazret-i Ömer'in soyundandır. İran'ın Süstan şehrinde 1550 (H.957) senesinde doğdu. 1635 (H.1045)te vefât etti. Kabri Lahor yakınlarında Haşimpur'dadır.
Sekiz yaşından itibâren Lahor'da ikâmet eden Meyân Mir hazretleri, tasavvufta Kâdiriyye yolunda aslen Sustanlı olan Şeyh Hızır'ın sohbetlerinde ve hizmetinde kemâle erdi. Ayrıca Abdülkâdir Geylâni hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı.
Meyân Mir hazretleri vefatına yakın günlerde buyurdu ki:
Miskâli Efendi, Bursa velilerindendir. 1608 (H.1017) senesinde vefât etti. Gençliğinde işi gücü mızıka denilen bir çalgıyı çalmaktı. Sonradan tövbe edip tasavvufa yöneldi. Tasavvufta kemâle erdikten sonra Bursa'da ikâmet etti...
Miskâli Efendi, sohbetlerinde büyük mürşidi Şah-ı Nakşibend hazretlerinden ve Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinden bahseder, onlardan nakiller yapardı. Vefatına yakın buyurdu ki:
Mirzâ Hüsâmeddin Ahmed, Hindistan'da yetişen büyük velilerden. Babası ilimler hazinesi meşhûr Kâdı Nizâmüddin Bedahşi'dir. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 1634 (H.1043) senesinde vefât etti. Kabri, Delhi'de Hâce Bâki-billah hazretlerinin türbesinin yanındadır. Hazret-i Hâce Muhammed Bâki-billâh'ın önde gelen talebelerindendir. 1584 senesinde takdir-i ilâhi ile Hindistan sultânının vâlilerinden oldu. Fakat sonra makam ve mevkii münâsebetiyle kalbi sıkılıp, fakirlerin, velilerin sohbetlerini arzu eder oldu. Dâimâ yalnızlığı ve bir köşeye çekilmeyi isterdi... O günlerde Hâce Muhammed Bâki-billah'ın sohbetleriyle şereflenerek kalbinden dünyâ ve makam sevgisini çıkarıp, Bâki-billah hazretlerine talebe oldu. Zenginlik perdesini yırtıp, İbrâhim Edhem gibi eski bir elbise giyerek, vâliliği, zenginliği, makam ve itibârı bıraktı. İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin büyüklüğünü herkesten iyi bilirdi.
Molla Arab hazretleri, Bursa'da yaşayan veli ve İslâm âlimlerinin büyüklerindendir. Antakya'da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. "Antaki" nisbesiyle bilinir. Arab lisanını iyi bildiği ve Haleb'den Bursa'ya geldiği için Molla Arab diye şöhret buldu. 1532 (H.938) senesinde Bursa'da vefât etti. Kabri, Bursa'nın kıble tarafında, dağa yaslanmış kendi adıyla anılan mahallededir...
Mevlânâ Hayreddin Etrâdi, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebelerindendir. On beşinci asrın sonlarına doğru yaşadı... Bu mübarek zat, vefatına yakın günlerde buyurdu ki:
Selim el-Mesûti, Lübnan evliyâsının meşhurlarından olup 1832 (H.1248) senesinde Şam'da doğdu. Vefât senesi belli değildir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi hazretlerinin halifelerinden, büyük İslâm âlimi İbn-i Âbidin'in talebelerinden Abdulgani Meydâni hazretlerinden ilim öğrendi. Seyyid Fehim Arvâsi ve İbn-i Âbidin hazretlerinin talebesi olan büyük âlim Yûsuf Nebhâni şöyle anlatır:
Molla Hüsrev hazretleri, Üçüncü Osmanlı Şeyhülislâmıdır... Fâtih Sultan Mehmed Hân, Molla Hüsrev'i çok takdir ederdi. Ondan bahsettiği zaman; "Zamânımızın Ebû Hanifesidir" diyerek, teveccüh ve sevgisini belirtirdi...
Molla Hüsrev 1480 (H.885) senesinde İstanbul'da vefât etti. Namazı Fâtih Câmiinde kılındıktan sonra Bursa'ya götürülüp, Emir Sultan'ın kabrinin doğusunda kendi yaptırdığı medresenin bahçesine defnedildi. Vefatından kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Mevlânâ Seyyid Hasan, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebelerindendir. On beşinci asrın sonlarında yaşadı. Küçük bir çocukken babası onu Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin sohbetine götürdü. Küçük Hasan odaya girdiğinde, Ubeydullah-ı Ahrâr'ın yanında duran balı görünce hemen ona koştu ve yemeye başladı. Hâce Ubeydullah gülümseyerek durumu seyretti ve Küçük Hasan'a; "Yavrum senin ismin ne?" diye sordu. Bal yemekle meşgûl olan Mevlânâ Hasan; "Bal" cevâbını verdi. Hâce Ubeydullah bu cevaptan çok hoşlandı ve; "Kâbiliyeti, yeteneği çok kuvvetli. Zirâ küçücük bir bal lezzetini almakla ona kendisini öyle verdi ki, onun sevgisinde eridi ve kendisini o zannetti. Başka bir şey tadınca, onda da öyle olacak" buyurdu.