Yolumuzu Aydınlatanlar • 12.11.2006
Mekhûl eş-Şâmi, zamânında, Şam'ın en büyük fakihi (İslâm hukûku âlimi) idi. Resûlullah efendimizin hadis-i şeriflerini öğrenmek için çok memleket dolaştı. Irak ve Medine'ye gitti. Enes bin Mâlik, Ebû Umâme, Mahmûd bin Rebi', Ubeydullah bin Muhayrız, Anbese bin Ebi Süfyân, Süleymân bin Yesâr, Tâvûs bin Keysân gibi zatlardan hadis-i şerif rivâyet etti. Hadis ilminde sika (güvenilir) bir âlimdir.
Yolumuzu Aydınlatanlar • 13.11.2006
Abdülaziz bin Ca'fer hazretleri; Muhammed bin Osman bin Ebi Şeybe, Mûsâ bin Hârûn, Muhammed bin Fadl el-Vâati, Sa'id bin Aceb el-Enbâri, Ebû Halife Fadl bin Hab-bâb, Ali bin Taygûr, Ca'fer el-Feryâbi, Ahmed bin Muhammed Ca'd, İbrâhim bin Muhammed bin Heysem, Kâsım bin Zekeriyyâ el-Mutnz, Hüseyn bin Abdullah, Ebü'l-Kâsım el-Begâvi, Abdullah bin Ahmed, Ebû Bekr bin Ebû Dâvûd gibi pek çok değerli âlimden hadis-i şerif öğrenmiş, rivâyetlerde bulunmuştur.
Kuvvetli bir zekâya sahip olan Abdülaziz Hallâl; çok güç, anlaşılması zor olan meseleleri hemen anlardı. Hadis âlimleri, onun sağlam, güvenilir bir râvi olduğunu bildirmişlerdir.
Yolumuzu Aydınlatanlar • 14.11.2006
Zengin bir adam olan Kifl, ahlâki değerlere önem vermeyen biriydi. Bütün servetini de faizden elde etmişti. Dara düşen kimse kendisine geliyor, o da yüksek bir faizle onlara para veriyordu...
Bir gün, bu Kifl'in kapısına borç için bir kadıncağız geldi. Bu kadın yakın zamanda kocasını kaybetmiş, namuslu, kendisini çocuklarına adamış bir anneydi. Bir süre, kocasından kalan şeylerle evini idare etmeye çalışmıştı. Ancak artık evde para kalmamıştı. O gün aklına evde dokuma yapıp onları yakın bir arkadaşı vasıtasıyla satmak geldi. Ancak bunun için bir dokuma tezgâhına ihtiyacı olacaktı. Tezgâhı alabilmek için de borç arayışına girdi. Yakın dost ve akrabalarından istedi; ama kimsede para yoktu. Çaresiz kalınca mecburen Kifl'e gitmeye karar verdi...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 15.11.2006
Hâce Dehkân-ı Kılleti hazretleri, aslen Buhârâlıdır. On üçüncü asrın ortalarında vefât etmiş olup, kabri Buhârâ yakınlarında Hakriz Hisârında Ayyâr Burcu yakınındadır.
Hace Evliyâ'nın önceki hocası, onu Abdülhâlık-ı Goncdüvâni'nin sohbetlerinden vazgeçirmeye, bu yolda ilerlemesine mâni olmaya çalıştı ise de başaramadı. Bunun için her gördüğü yerde kendisine hakâret ediyor, ayıplıyor, dil uzatıyor ve ağır sözler söylüyordu. Hâce Evliyâ ise hiç cevap vermeyip sabrediyordu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 16.11.2006
Bekr bin Abdullah el-Müzeni; Enes bin Mâlik, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, Mugire bin Şû'be, Ebû Râfi es-Sâığ, Hasan el-Basri, Hamza, Urve bin Mugire bin Şû'be, Ebû Temime el-Huceymi ve diğer Eshâb-ı kirâmın sohbetlerinde yetişti. Dünyâya düşkün olmayan, haram ve şüphelilerden çok sakınan bu mübarek zat, yaşlı birini görünce, "Bu benden daha hayırlı, daha iyidir. Çünkü o, yaşça benden büyüktür. Bu sebeple, daha fazla ibâdet yapmıştır" derdi. Bir genci gördüğü zaman ise, "Ben ondan daha fazla günâh işledim. O ise, yaşı küçük olması sebebiyle, daha az günâh işlemiştir" derdi...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 17.11.2006
Nuh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in büyük oğlu Türk, doğuda yerleşmişti. Bunun ülkesine Türkistan denildi. Türklerin ilk atası olan Türk'ün oğullarından büyüğü Kara Han, doğan oğluna bir yaşında iken ad koyacağı sırada, bu çocuk; "Benim adım Oğuz olsun" deyince, herkes şaşırmıştı. Allah'ın varlığına ve birliğine inanan Oğuz, putperest annesinin sütünü emmedi. Babası, Oğuz'u evlenme çağına gelince, o zamandaki hak dine inanan bir kız ile evlendirdi. Bundan, Gün-Han, Ay-Han, Yıldız-Han isimli oğulları oldu. Diğer bir hanımından da Gök-Han, Dağ-Han, Deniz-Han isimli oğulları dünyaya geldi...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 18.11.2006
Vâni Seyyid Mehmed Efendi Van'da doğmuş olup, doğum târihi bilinmemektedir. Babasından dolayı "Vânizâde", kendisi Van'da doğduğu için de "Vâni" nisbetleri ile meşhûr oldu... 1685 (H.1096) târihinde Bursa yakınlarında Kestel'de vefât etti...
Vâni Seyyid Mehmed Efendi, ilk tahsiline Van'da başladı. Doğunun belli başlı ilim merkezlerini dolaştı. Gence, Karabağ ve Tebriz gibi bâzı beldelerde ilim tahsil etti. Bilgisi ve hitâbetiyle, herkesin hayranlığına mazhar olan Mehmed Efendi, Erzurum beylerbeyi Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa ile sohbet edip, nasihatlerde bulundu. Fâzıl Ahmed Paşanın babasının vefâtı üzerine sadrâzam tâyin olunarak İstanbul'a çağrılmasından sonra, Mehmed Efendinin nâmı İstanbul'da da duyulmaya başladı. Pâdişâh Dördüncü Mehmed Hanın emriyle İstanbul'a çağrıldı. Pâdişâh hocası "Hünkâr şeyhi" ve Yeni Câmi'de ilk kürsü vâizi oldu. Şehzâde Mustafa'nın da hocalığını yaptı. Yeni Câmi kürsüsünden ettiği vaaz ve nasihatleri pek tesirli idi...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 19.11.2006
Hasan-ı Basri hazretlerinin Şem'ûn adlı mecûsi komşusu hastalanmıştı. Onun, bu hastalıktan kurtulamayacağını anlayan Hasan-ı Basri hazretleri yanına gitti ve ona Kelime-i tevhidi telkin ederek buyurdu ki:
-Ey Şem'ûn! Uzun yıllar ateşe taptın, gece ve gündüz yaratıcı sanarak ona secde eyledin. Bu sebeple yerin ateş olacaktır. Ancak şimdi ölmeden 'Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah' deyip, Hakkın dergâhına vardığında kendine Cennet'i mekân bulasın!..
Yolumuzu Aydınlatanlar • 20.11.2006
Hindistan'da yetişen velilerden Bedi'uddin Sehârenpûri hazretleri, akli ve nakli ilimlerde âlim idi. Dünyaya hiç meyletmez, haramlara düşmek korkusuyla şüphelilerden sakınırdı.
İmam-ı Rabbâni hazretlerin hizmet ve sohbetinde uzun zaman bulundu ve çok hallere ve yüksek derecelere kavuştu. Hilafet-i mutlaka ile tedrise mezun olup, çok talebesini tasavvufta yüksek derecelere eriştirdi...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 21.11.2006
Hazreti Ebû Bekir'in torunlarından ve Hanefi mezhebi fıkıh âlimi olan Abdülkâdir Sıddikin'nin doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. Nisbetinden Bağdadlı olduğu anlaşılmaktadır.
Abdülkâdir Sıddiki, devrinin büyük âlimlerinin ders ve sohbetlerinde bulunarak yetişti. Zamânındaki âlim ve velilerin önde gelenlerinden oldu. Faziletler sahibi, âlim, ârif, âbid ve veli bir zât idi. İnsanlara İslamiyeti doğru şekilde öğretmek için çırpınırdı. Keşf ve kerâmet sahibi idi. Kudüs'e yerleşti.
Talebesi Seyyid Muhamed bin Îsâ içinden çıkılmaz bir mesele ile karşılaşınca, Abdülkâdir Sıddiki hazretlerine sual ederdi. O da başını eğer, bir müddet düşündükten sonra;