Yolumuzu Aydınlatanlar • 02.12.2006
Ebü'l-Hüseyin Nûri, Bağdât'ın büyük velilerindendir. Onuncu yüzyılda yaşadı. Doğum târihi bilinmemektedir. 908 senesinde Bağdat'ta vefât etti...
Bu mübarek zat, karanlık gecede söz söylese ağzından nûr çıkar ve oda aydınlanırdı. Dişlerinin arasından nûr çıktığı, firâset nûrunun fazlalığı sebebiyle bâtın hallerinden haberler verdiği için, "Nûri" nisbesiyle şöhret buldu. Sonra gelen âlim ve veliler onun üstünlüğünü kabûl ettikleri için Emirü'l-Kulûb (kalplerin pâdişâhı) lakabı verildi...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 03.12.2006
1912 senesi... Osmanlı tarihinin en karanlık sayfalarından biri olan Balkan Savaşı günleri... Aralık ayı başları idi. Edirne Müstahkem Mevkii Kumandanı Şükrü Paşa:
-Son kurşunu atmadan şehri düşmana teslim etmem, diyordu.
Bulgarlar tarafından kuşatılmış bulunan Edirne dışında bulunan ve şehirdeki karargah ile irtibatı kesilmiş olan bir birliğe yeni bir talimat göndermek ihtiyacını duydu. Bu kolay bir iş değildi. Talimatı götürecek bir veya birkaç kişi, kuşatma hattını geçerken ölümle karşı karşıya gelebilirdi. Bu işe en uygun, Teğmen Sadık'tı...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 04.12.2006
Şems-i Tebrizi hazretleri manevi bir işaret üzerine tam bir doğruluk ve büyük bir aşkla memleketi Tebriz'den Anadolu'ya hareket etti. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra 1244 senesi Ekim ayında Konya'ya geldi.
Mevlânâ'nın oğlu Sultan Veled, şöyle anlatır:
"Ansızın Şems-i Tebrizi hazretleri gelip babam ile görüştü. Babamın gölgesi, onun nûrunda yok oldu. Onlar birbirlerine öyle muhabbet gösterdiler ki, etraflarında kendilerinden başkasını görmüyorlardı..."
Yolumuzu Aydınlatanlar • 05.12.2006
İsmail Hakkı Bursevi, Hicri 1060 senesi Zilkade başlarında Miladi 14 Eylül 1652 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Daha sonra göç ederek, otuz seneden fazla ikamet ettiği Bursa'da yaşadığı için ve aynı zaman da Mesnevi şarihlerinden İsmail Ankaravi'den ayırmak maksadıyla "Bursevi" nisbesiyle anılmıştır. İslami ilimlerde derin bilgiye sahip bulunması ve çok sayıda eser vermiş olması yanında tasavvuf sahasında şöhret bulmuş Celvetiye tarikati meşayıhındandır. Ruh'ül-Beyan Tefsiri müellifi olarak İslam âleminde tanınmıştır. Âlim, mutasavvıf, şair, hafız ve hattat olarak birçok vasfıyla ilim camiasında bilinir...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 06.12.2006
Muhammed Cisr, Trablus'ta yetişen büyük velilerdendir. 1792 (H.1207) senesinde Trablusşam'da doğdu. Babasının terbiyesinde yetişen Muhammed Cisr, küçük yaşta Kur'ân-ı kerimi ve yazı yazmayı öğrendi. Babası ile birlikte evliyânın büyüklerinden Şeyh Abdullah Debbâ'nın sohbetlerinde bulundu. On sekiz yaşına gelince, ilim tahsiline devâm etmek için Mısır'a gitti. Mısır'da iken babası vefât etti. Burada Şeyh Muhammed Ketbi ve Şeyh Ahmed Savi'den icâzet, diploma aldı. Sonra memleketine döndü. İnsanlara, Allahü teâlâya kavuşturan doğru yolu anlatmaya çalıştı...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 07.12.2006
Harputlu İshak Efendi, ilk tahsilini Harput'ta yaptıktan sonra, ilim öğrenmek için İstanbul'a gitti. Fâtih Câmii etrâfındaki "Sahn-ı Semân Medreseleri"nde ders gördü. İstanbul'da uzun bir tahsil hayâtından sonra icâzet, diploma aldı ve Harput'a döndü. Harput Meydan Câmii Medresesinde ders verdi ve çok sayıda talebe yetiştirdi. Talebeleri üzerine çok titreyen Harputlu İshak Efendi; "Talebe, solmayan güle ve konuşan bülbüle benzer" buyururdu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 08.12.2006
Kureyş'in ileri gelenleri, hasta olan Ebû Talib'e ziyarete gelmişlerdir... Müşrikler adına her zaman olduğu gibi küfrün yaman aktörü Ebû Cehil konuşmaktadır:
-Geçmiş olsun ya Eba Talib! Sen bizim ulumuzsun. Ölüm döşeğinde bulunman cümlemizi korkulara sevk ediyor. İstikbalden ürküyoruz. Yeğeninle aramızdaki ihtilaf malum. Ölmeden evvel bu meseleyi çözmelisin. O'nu da buraya çağır; hakem ol; aramızı bul!
Yolumuzu Aydınlatanlar • 09.12.2006
Abbasiler devrinde Horasan Valisi olan Tahir bin Hüseyin, yine kendisi gibi vali olan oğlu Abdullah bin Tahir'e son vasiyetini şöyle yapmıştır:
"Ey oğul! Allahü teâlâdan kork. Daima Onun korkusu içinde bulun. Her an Onu murakabe eyle! Hep Onu düşün. Onun gadabından sakın.
Şunu iyi bil ki, Allahü teâlâ emrettiği şeylerden seni hesaba çekecek ve yaptığın işlerin; mükâfat veya ceza olarak, karşılığını verecektir. O halde aklınla, zihninle, basiretinle, her şeyinle, Hak teâlâya vereceğin hesaba hazırlanmaya yönel. Hiçbir meşguliyet bu mühim farzı terk etmene ve gevşeklik göstermene sebep olmasın. Çünkü bu, her şeyin başıdır.
Yolumuzu Aydınlatanlar • 10.12.2006
İmâm-ı Nesâi hazretleri, Hadis ilminde imâmdı. Yani; üçyüzbinden fazla hadis-i şerifi râvileriyle birlikte ezbere bilirdi. Yazdığı "Sünen-i sagir"i, Kütüb-i sitte adı verilen altı büyük hadis kitabından biridir.
İlim tahsiline Horasan'da başlayan İmâm-ı Nesâi, Irak, Şam, Mısır, Hicaz (Mekke ve Medine) ve Cezire'deki (Mezopotamya, Fırat ve Dicle havzasının kuzeyi) âlimlerden ders aldı. Mısır'da yerleşti. Hadis ilminde zamanının bir tanesi, Mısır âlimlerinin en fakihi idi. Haramlardan sakınmada ve ibâdetlere düşkünlükte eşi yoktu. Her yaptığı iş, her söylediği söz, Allahü teâlânın rızâsı içindi. İmâm-ı Nesâi'nin hadis-i şerif rivâyetinde râvilere koyduğu şartlar, Buhâri ve Müslim'den daha sıkıydı. Cerh ve ta'diline (hadis râvilerinin güvenilir olup olmamasındaki tesbitlerine) bütün âlimler i'tibâr ederlerdi.
Yolumuzu Aydınlatanlar • 11.12.2006
İtikadı bozuk bir âlim olan Arabzade, Kanuni'nin Başveziri Rüstem Paşa'ya tesir ederek Mısır Başmüderrisliğine tayinini çıkarttırır. Bu durumu öğrenen zamanın âlimleri Padişaha başvurarak Arabzade'nin itikadının bozuk olduğunu, bu haliyle de bir medreseye Başmüderris olarak tayin edilmesinin tehlikesini dile getirirler... Ancak Kanuni Sultan Süleyman Han, Mısır ulemasının ileri geri konuşmasına mahal vermemek için Arabzade'nin Mısır Başmüderrisliğine tayinini uygun bulduğunu söyler. Fakat onu Mısır'a gönderirken de şöyle dua eder: "Allah'tan dilerim ki, Arabzade Mısır'a ulaşamasın da bizi din büyüklerinin ithamından mahfuz kılsın!.."