Yolumuzu Aydınlatanlar • 18.12.2007
Muhammed Nûreddin Cerrâhi, Hicri 1089 (m.1678) senesinde İstanbul'da doğdu. Cerrahpaşalı olduğu için "Cerrâhi" diye anılmıştır. Bir rivâyete göre soyu Eshâb-ı kirâmdan Ebû Ubeyde bin Cerrâh'a ulaşır. Bu sebeple "Cerrâhi" diye anılır. Halveti tarikatı içinde meydâna getirdiği terbiye sistemi kendisine nisbet edilerek "Cerrâhiyye" adı verilmiştir.
Nûreddin Cerrâhi hazretleri, çok genç yaşta Mısır Kâdılığına tâyin edilmişti. Ancak, yola çıkmadan önce, vedâ etmek için Üsküdar'da bulunan dayısı Hüseyin Efendinin konağına gitti. Dayısı, onu evin karşısında bulunan Selâmi Dergâhına götürdü...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 19.12.2007
Seyyid Yûsuf bin Muhammed çeşti, evliyânın büyüklerindendir. 983 (H.379) yılında doğdu. 1067 (H. 459) senesinde vefât etti. Yûsuf-i Çeşti, dayısı Hâce Muhammed bin Ebi Ahmed Çeşti hazretlerinden feyz alarak, onun sohbetlerinde bulunarak kemâle geldi. Dayısı Hâce Muhammed hazretleri, altmış beş yaşlarındaydı. Hiç evlenmemişti. Mütteki, sâlihâ bir kız kardeşi vardı. Ağabeyine hizmet ederdi. Eliyle iplik eğirip satar ve ağabeyinin ihtiyaçlarına sarf ederdi. Allahü teâlâya ibâdet ve ağabeyine hizmetle meşgûl olduğundan, evlenmedi...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 20.12.2007
On altıncı asrın başlarında bugünkü Hindistan-Pakistan bölgelerinde hüküm sürmüş olan Babürlüler devletinin kurucusu Babür Şah ve torunları Türk-İslâm tarihine pek çok hizmette bulunmuşlardır... Bayram Han da, birçok muharebede kahramanlıklar göstermiş bir bahadırdı. Ancak, Afganlılarla yaptığı bir savaşta esir düşmüştü. Afgan kumandanı önceleri Bayram Hana, iyi muamelede bulunmuştu. Hattâ serbest bırakmayı bile düşünmüştü. Lâkin Bayram Han bir seferinde tedbirsiz davranıp Afganlılar aleyhinde tasarladığı bir planını ağzından kaçırınca kendisine yapılan muamele tamamen değişti. Serbest bırakılacağı yerde, idamına karar verildi!..
Yolumuzu Aydınlatanlar • 21.12.2007
Abdullah-i Hadrami hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1288 (H.687) senesinde vefât etti. Yemen'deki Selâm şehri kabristanına defnedildi. Mezarının üstüne bir türbe yaptırıldı... Abdullah-i Hadrami, ilk önce Muhammed bin Ali Ba'levi'den ilim öğrendi. Maddi ve mânevi istifâdesi çok oldu. Muhammed bin Ali Ba'levi kendisini çok sever ve methederdi. Daha sonra ilim öğrenmek için Şeyh Ahmed bin Cu'd hazretlerinin ilim meclisine devâm etti. Ondan çok istifâde etti. Tasavvuf bilgilerini öğrenip üstün hâllere kavuştu ve icâzet, diploma aldı.
Yolumuzu Aydınlatanlar • 22.12.2007
Şam'da bir Yahudi vardı. Bir cumartesi günü Tevrat'ı okudu. Oraya baktığı zaman, dört yerinde Muhammed aleyhisselamın vasfını buldu. Onları kesti ve yaktı. İkinci bir cumartesi, baktığı zaman, aynı şeyleri, Tevrat'ın sekiz yerinde buldu. Onları da kesip yaktı. Üçüncü cumartesi baktığı zaman, aynı şeyleri Tevrat'ın on iki yerinde buldu. Kendi kendine düşündü ve şöyle dedi: "Eğer bunları da koparırsam, Tevrat'ın tümü onun vasıflarıyla dolacak!.."
Yolumuzu Aydınlatanlar • 23.12.2007
Fahreddin-i Acemi, Sultan İkinci Murâd Han ve Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında, Şeyhülislam olarak otuz sene fetvâ işlerini güzel bir şekilde idâre etti. O devirde İstanbul'a gelmiş olan Hurufilerle mücadele etti. Mahmûd Paşa, evinde bir dâvet tertib etti. Dâvete, hurûfi yolunda olan sapıklar da çağırıldı. Fahreddin Acemi de perde arkasına saklanmış, onları dinliyordu...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 24.12.2007
Emevi halifelerinden Süleyman bin Abdülmelik'in Eyyûb adındaki oğlu vefât etmişti. Cenâzenin bulunduğu yere kendisi, yanında Ömer bin Abdülaziz, Said bin Ukbe, Recâ bin Hayve olduğu halde girdi. Gözleri iyice dolmuştu:
"İnsana, böyle bir musibet gelince, hislenmemesi, içinin galeyâna gelip, kabarmaması mümkün değil. Böyle bir durum karşısında, insanların bir kısmı, Allahü teâlâya karşı tam bir teslimiyet gösterip, mükafatını ondan bekleme olgunluğunu gösterir. Bir kısmı sabır ve tahammül etme gücüne sâhib olur. Bunların ikisi de, sağlam ve metin kimselerdir. Bir kısmı da vardır ki, sabır ve tahammül gösteremezler. Bunlar zayıf kimselerdir. Fakat, şu anda ben, kalbimde bir hislenme, acı bir coşma görüyorum. Eğer içime bir serinlik vermezsem, ciğerimin, üzüntü ve kederden parça parça olacağından korkuyorum" dedi.
Yolumuzu Aydınlatanlar • 24.12.2007
Hicretin 4. senesi, Cemâziyelevvel ayı... Beni Nadir Yahudilerinin Medine'den sürgün edilmelerinden iki ay sonraydı. Enmar ve Salebeoğulları kabilelerinin Müslümanlarla çarpışmak üzere toplanmış oldukları haberi Medine'ye ulaştı. Peygamber Efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" derhal hazırlanarak, mücahidlerle Medine'den yola çıktı. Zatürrikâ mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu. Müşrikler mücahidlerle çarpışmayı göze alamadıklarından dağlara kaçtılar...
Yolumuzu Aydınlatanlar • 25.12.2007
Musa aleyhisselâm, bir gün yolda giderken, iki büklüm olmuş, belinde zünnar bağlı ve ateşe tapan bir ihtiyar görür. Yanına yaklaşarak sorar:
- Ey pir! Ne kadar zamandan beri bu ateşe taparsın? Yaşlı adam şöyle cevap verir:
- Beş asra yakındır bu ateşe taparım. Musa aleyhisselam üzülerek şöyle sorar:
- Ateşe tapmaktan yüz çevirip tövbe etmeyi hiç düşünmedin mi? Gel, Melik-i Cebbar olan Hak teâlâya inan ve yalnız O'na ibadet et!
Yolumuzu Aydınlatanlar • 27.12.2007
Büyük Türk denizcisi İlyas Reis ve leventleri Rodosluların tuzağına düşmüşlerdi! Durum vahimdi. Çünkü bir levende yüz düşman düşüyordu. İlyas Reis, gözlerini düşman gemilerinden ayırmadan ilk emrini verdi:
-Amiral Gemisine "dirise edeceğiz" arkadaşlar!
İlk top atışı Rodoslulardan geldi. Bu, Türklerin teslim olmaları için bir ihtardı. Bir cevap alamayınca diğer gemiler de ateşe başladılar. Türk çektirisinden hâlâ ses çıkmıyordu. Leventler, sakin ve sessiz, etrafına düşen gülleler arasından kıvrıla kıvrıla ilerliyordu. Sonunda İlyas Reis'in gür sesi duyuldu:
-Hedef Amiral Gemisi! Ateeeş!..