KURŞUN YARASI

1001 Osmanlı Hikayesi

Çarşamba, 26 Mayıs 2004

Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kaptan-ı Derya olduğu ilk zamanlarında 1768-1770 Osmanlı-Rus savaşı devam ediyordu. Rusların Akdeniz’e gönderdikleri Baltık donanması, İngiliz donanması ile takviye edilerek Osmanlı donanması ile çarpışmış, fakat bu muharebe de kesin bir netice alınamamıştı. Anadolu’nun Ege kıyılarına yakın Koyun Adaları civarın da yapılan asıl muharebe, Hasan Paşanın kalyonu ile Rus Amirali Spidirov’un gemisi arasın da oldu. Hasa Paşa, Rus gemisinin kendi kalyonuna yanaştığı bir sırada, birkaç çarmıh halatını kestirdi. Her ipe salıncak gibi, birkaç Türk levendi yapışıp, 30 kadar yiğitle birlikte Rus gemisine atladı. Düşman gemisinde yapılan kahramanca çarpışma esnasında Hasan Paşa bir kurşun yarası almışsa da, belli etmeden bir müddet daha cenk ettikten sonra kendi gemisine geçti. Bu beklenmeyen baskın ile şaşkına dönen Ruslar, telaşa kapılarak kendi cephaneliklerini ateşlediler. Ateş Osmanlı gemisine sıçrayınca her iki gemi de yanmaya başladı. Gemide kalmanın imkansız hale gelmesi üzerine Hasan Paşa, yatağanını ağzına alarak beraberindekilerle denize atladı ve bir tahta parçasına tutunup karaya doğru yüzdü. Bu sırada gönderilen bir kayığa binerek kurtulmayı başardı. Hasan Paşaya, gösterdiği bu kahramanlık sebebiyle Beylerbeyi rütbesi verildi.

Devamını oku...

BENİ O GÜNLERE ERİŞTİRME

1001 Osmanlı Hikayesi

Salı, 25 Mayıs 2004

Cem Sultan Papanın elinde esir iken, bir sohbet sırasında Papa ona, kendi dininden ayrı bir memlekete niçin geldiğini sorunca teessüre kapılan Cem; “Maksadım başka bir memlekete iltica etmek değildi. Rumeli’ye geçebilmek için Rodoslulardan yol istedim. Muvafakatlarını alarak Rodos’a geldim. Fakat onlar söz ve yeminlerine sadakat göstermeyip beni  yolumdan alıkoydular ve bana yedi yıldır hapis hayatı yaşattılar. Böylece layık oldukları nâmertliklerini gösterdiler. Şimdi ise sizin huzurunuzdayız. Artık Mısır’a gidip ailemle beraber olmaktan başka bir arzum yoktur.” dedi.

Devamını oku...

KANLI ZARF

1001 Osmanlı Hikayesi

Pazartesi, 24 Mayıs 2004

I. Dünya Savaşında Irak Cephesinde savaşan 6. Ordunun Kumandanı Halil Paşa, hatıralarında şöyle bir hadiseyi nakleder:27 Mart 1916 günü Irak’ta Felahiye muharebesinde boğazından ağır yaralanan 18. Kolordu 51. Tümen 9. Alay Emir subayı iken, bu muharebede kendi alayındaki bir bölüğe kumanda eden Üsteğmen Muzaffer, hayatının son dakikalarına geldiğini anlayınca sükûnet ile son görevini yapmaya başladı ve konuşamadığı için, cebinden çıkardığı bir mektup zarfının üzerine kurşun kalemle önce “kıble ne taraftadır?” diye yazarak sordu. Millî şeref ve fazileti bulunan ak yüzünü ve pak alnını, görevini başaranlara mahsus güzellikle huzur-u Peygamberîye çevirdi ve kalbindeki şehadeti diliyle anlatmaya takati olmadığından, kana boyanan o zarfın ortasına okunaklı bir şekilde kelime-i şehadeti yazdı. Sonra bu büyük asker, bölüğüne son sözü söylemek isteyerek aynı zarfın üç yerine; “bölük intikamımı alsın” cümlesini yazarak, ikisini imzaladı, üçüncüsünü ise imzalayamadan son nefesini verdi. Muzaffer Efendinin bu yüce davranışı, yani bir Türk subayının örnek maneviyatı olan o kanlı zarf, Askeri Müzeye gönderildi ve Türk çocuklarına ve gelecek nesillere cevher değerinde bir miras olarak kaldı.

Devamını oku...

SADECE EMREDİLENİ YAPTIK

1001 Osmanlı Hikayesi

Pazar, 23 Mayıs 2004

I. Dünya Savaşında Irak cephesinde görevli bir batarya kumandanı şöyle bir hatıra sını nakleder:“Harbin son seneleriydi. Bağdat cephesindeki üstün İngiliz kuvvetleri ordumuzu geri çekilmeye mecbur etmiş, Fırat nehri boyunca kuzeye doğru ilerliyordu. Çekilmemiz bir bozgun şeklinde olmayıp harbin gereğiydi. Bir aralık ordumuzun artçı birlikleri, düşman kuvvetleriyle Şatt-ül-Edhem denilen yerde muharebeye tutuştu. Sabahtan öğleye kadar bütün silahların ateşleriyle, çölün kızgınlıklarında her taraf alev alev yanıyordu. Bütün hınç ve güçleriyle saldıran düşman kuvvetleri, bir an önce mukavemetimizi kırmak istiyorlardı.

Devamını oku...

YARASINA BİR AVUÇ OT TIKAMIŞTI

1001 Osmanlı Hikayesi

Cumartesi, 22 Mayıs 2004

Çanakkale savaşlarına katılan bir Fransız Generalinden, memleketine döndüğünde savaş hatıralarını anlatmasını istediler. General söze; “Fransızlar böyle mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirler!..” cümlesiyle başlaması üzerine bir gazetecinin; “Neden iftihar edebilirmişiz?” sorusuna General, dünya savaş ve insanlık tarihine altın harflerle yazılacak bir menkıbeyle cevap verdi:

Devamını oku...

DEVLET YIKILDIKTAN SONRA

1001 Osmanlı Hikayesi

Cuma, 21 Mayıs 2004

I. Dünya savaşının başladığı günlerdi!... Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile Harbiye Nazırı Enver Paşa ne düşündülerse, sâbık Padişah II. Abdülhamid Hanın, harp hakkındaki bilgi ve tecrübelerine başvurmayı uygun buldular. Bu maksatla İshak Paşayı Beylerbeyi Sarayına gönderdiler. 33 sene gibi uzun bir müddet Avrupa siyasetine hakim olmuş Sultan II. Abdül hamid Han cevabında:“Bu vaziyette artık benim verebileceğim bir fikir, tavsiye edebileceğim bir tedbir kalmamıştır. Zira bu zavallı devlet, harb-i umumiye sürüklendiği gün münkariz olmuştur. Sizi bana gönderenler, harbe girmeden önce göndermeliydiler. Dünyanın karalarına ve denizlerine hakim olan devletlere karşı Almanya ve Avusturya ile birleşip ateşe atılmak, tarihin ender kaydettiği hatalardandır.” Dedi.

Devamını oku...

ALLAH YOLUNU AÇIK ETSİN

1001 Osmanlı Hikayesi

Perşembe, 20 Mayıs 2004

1915 senesi Sonbaharının serin yağışlı günlerinden biri. I. Dünya Savaşı bütün cephelerde devam ediyor. Vatanın her tarafında barut ve kan kokusu. Yiğitlerin biri ölüyor bini yetişiyor. İhtiyarı, genci savaşıyor, didiniyor ve yurdumuza düşman çizmesi basmasın diye el açıp Allah’a dua ediyor. Cepheye durmadan takviye kuvvetleri gidiyor. İşte o kuvvetleri götüren tren, Bilecik istasyonunda beklemektedir. Askerlerin hepsi sakin, belki bir daha geri dönmeyecekler. Ama şehid olma inancı gönüllerine huzur veriyor.

Devamını oku...

OSMANLI ASKERİ VE PAPAZLAR

1001 Osmanlı Hikayesi

Çarşamba, 19 Mayıs 2004

Kanuni Sultan Süleyman Han Belgrad seferine çıkmıştı. Kaleye iki günlük mesafede son defa mola verdiler. Askerler, çevredeki çeşmelerden istifade edip abdest tazelemeye, su ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlardı. Çeşmelerden birinin yakınında bir manastır vardı. Bu manastırın baş rahibi, Osmanlı askerinin durumunu öğrenip haçlı ordusunu haberdar etmek için, manastırdaki rahibelerden birkaçını süsleyip, ellerine verdiği testilerle çeşmeye gönderdi. Rahibelerin geldiğini gören Osmanlı askeri, hemen çeşme başından ayrılıp rahibe lere sırtlarını döndüler ve testilerini doldurup gidinceye kadar kimse dönüp bakmadı. Rahibeler gelip durumu anlatınca, hemen kağıt kalem istedi ve haçlı ordusu kumandanına şunları yazdı:

Devamını oku...

BELGRAD’DA İKİ ŞEHİD

1001 Osmanlı Hikayesi

Salı, 18 Mayıs 2004

Fatih Sultan Mehmed, Avrupa’nın kapısı olan Belgrad’ı 13 Haziran 1456 günü kuşatmıştı. Kale yarımada şeklinde, Tuna ve Sava nehirlerinin birleştikleri yerde olup, çok iyi bir şekilde tahkim edilmişti. Hristiyanlar, Orta Avrupa’nın kapısı ve kilit noktası olan Belgrad’ın müdafaası için büyük hazırlıklar yapmışlardı. Muhasara sadece kara tarafından başlamıştı. Bu yeterli değildi, zira kalenin nehir yoluyla irtibatı devam ediyordu. Macarların kendisini millî bir kahraman olarak gördükleri Hunyad gelmeden önce kaleye girmek lazımdı.

Devamını oku...

BAYEZİD CAMİİNDE İLK NAMAZ

1001 Osmanlı Hikayesi

Pazartesi, 17 Mayıs 2004

Bayezid Han, İstanbul’da yaptırdığı caminin açılışında hazır bulundu. Zenbilli Ali Efendinin kardeşi, meşhur âlim ve vâiz Muhyiddin Mehmed Çelebi’ye vaaz ettirdi. Padişah, camide ilk namaz kıldıracak olan kimsenin, büluğ çağından bugüne, bir defa ikindi namazının sünnetini terk etmemiş bir kimse olmasını arz ediyordu. Cemaate ilan edilince kimse çıkmadı. Padişah mecbur kalıp; “Elhamdülillah, müddet-i ömrümüzde hiçbir ikindi vaktinin sünnetini kaçırmadık” diyerek bizzat imamete geçti. Yine Bayezid Camiinin açılışında Hacı Bayram-ı Velînin yoluna mensup ilim, edeb ve vekar sahibi olan Baba Yusuf Sivrihisarî, namazdan sonra kürsüye çıkıp öyle tesirli bir vaaz yaptı ki, Padişah ve camide bulunan cemaat ağlamaya başladılar. Ağlamalarıyla cami inledi. Caminin açılışını seyretmek için gelip dışarıda bekleyen Hristiyanlardan üçü, bu hal den çok etkilenerek derhal camiye girip Baba Yusuf Sivirhisarî’nin huzurunda Müslüman oldular. Bu hadiseyi gören Sultan II. Bayezid Han, yaptırdığı caminin ilk açılışında böyle bir hadisenin vuku bulmasından dolayı çok sevinip memnun oldu. Müslüman olan 3 Hristiyana pek çok mal ve para hediye etti.

Devamını oku...