ORHAN GAZi DEVRi VE iLK DONANMA FAALiYETLERi
1001 Osmanlı Hikayesi
Çarşamba, 30 Temmuz 2003
Osmanlılar Orhan Gazi devrinde Marmara denizine ulaşır ulaşmaz, bölgedeki şartlar gereği donanma kurdular. Hiç denizcilik tecrübeleri olmadığı halde, küçük gemilerle Marmara’ ya açıldılar. Bu donanma, Marmara denizinde faaliyet gösterdi ve Bizanslılar’la muhatap oldu. Akça Koca’nın komutanlarından Karamürsel Bey, İzmit Körfezi’nin güney kıyılarını zaptetti ve bu bölgede bir tersane kurarak inşa ettiği hafif ve süratli gemiler ile Bizans donanmasının bu kıyılara yaptığı taarruzları durdurdu. Karamürsel ismi verilen bu teknelerin daha sonra yeni şekilleri yapıldı fakat isim aynı kaldı ve yakın zamana kadar sahil güvenlik teknelerine verilmeye devam etti. Yine bu sıralarda Orhan Gazi’nin bu küçük donanma ile Bizans üzerine başarısız bir seferini görüyoruz.
İSTANBUL’UN SULARI
1001 Osmanlı Hikayesi
Salı, 29 Temmuz 2003
İstanbul'da belediye ile ilgili işlerden biri de su sorunuydu. Kanuni Sultan Süleyman, Kırkçeşme sularını İstanbul'a getirttiği zaman milletin yüzü biraz güldü. Her tarafta çeşmeler yapıldı. Ebussuud Efendi de Yazıcı çiftliği yöresinden bulduğu suyu Turunçluk suyu ile birleştirdi, bir çeşme yaptırmaya karar verdi. Su yolları yapmak için büyük bir çalışma başladı. Su yollarının onarımı için Mısır'dan hamallar bile getirildi. Sular İstanbul'a düzenli bir biçimde dağıtılacaktı. Eğrikapı dışında büyük bir su hazinesi vardı. Bu hazine altmış lüleye bölünüyordu. Bu sular hazinelerden çeşmelere dağıtıldı. Sultan Süleyman dönemine gelinceye kadar çeşmelerin suyu hep boşa akardı. Gece gündüz akan çeşmelerden dolayı sokaklar çoğunlukla bataklık haline gelirdi. Sonunda burma lüleler bulundu. Hem sokaklar çamurdan kurtarıldı, hem de suların boşa akmasına engel olundu. Böylece artan suyu isteyenler hayrat çeşmeler yaptırarak oralara akıtırlardı. Fakat burma lülelerin, yani muslukların icadı birçoklarının işine gelmedi. Bazı mahallelerde imam ve cemaat: "Akan su bahçelerimize verilmiştir. Yabana akarsa aksın. Burma lüleye rızamız yoktur" dediler, burma lüleleri kaldırmaya çalıştılar. Bu konuda en ileri gidenler sipahilerdi. Bu sorun üzerine Sultan Süleyman İstanbul kadısına şu hükmü yazdı: "Çeşmelere burma lüle takıldığından lüleyi ufaltan eğer sipahi ve başka kullarım taifesi ise kapıma arz eyleyesin. Ve eğer ehl-i cihetten (yöre halkından) ise cihetten alup ahare (başka tarafa) veresin. Ve eğer şehirli halkından ise muhkem hakkından geldikten sonra cerimesini (cezasını) aldırasın. Ve yabana akmak ecli (nedeni) için açık koyanların dahi vech-i meşruh (açıklanan nedenlerle) üzre haklarından gelesin.
KIRIM SAVAŞI
1001 Osmanlı Hikayesi
Pazartesi, 28 Temmuz 2003
1800’lü yıllarda dünyâda iki büyük İslâm devleti vardı. Biri Osmanlı Devleti, diğeri ise, Hindistan’daki Gürgâniye Hükümdârlığıydı. İslâmiyetin büyük düşmanı olan İngilizler ise, devamlı bu iki devleti nasıl yok edebileceklerini plânlamakla meşgûldüler. Önce Gürgâniye Devletini parçalamaya karar verdiler. Böylece hem Asya’daki Müslümanları başsız bırakacaklar, hem de Hindistan’ın hazînelerine ve ticâretine hâkim olacaklardı. Fakat Osmanlı Devletinin buna mâni olmasından korkuyorlardı. Bunun için Osmanlı Devletiyle Rusya arasında savaş çıkarmaya çalıştılar. Sıcak denizlere inme hayâliyle yanıp tutuşan Rusya’yı devamlı tahrik ettikleri gibi, sadrâzam Mustafa Reşîd Paşayı da kandırarak Rusya ya karşı düşmanca tavır takınmasını temin ettiler. İngilizlerin asıl maksadını anlayamayan Rus Çarı Birinci Nikola, bu devlet ile Osmanlı toprakları hakkında görüşmeye karar verdi. 9 Ocak 1853’te Sen-Petersburg’un kışlık sarayında verilen bir baloda, İngiliz elçisine Osmanlı Devletinin topraklarını paylaşmayı teklif etti. Ancak İngiltere bu teklifi red ettiği gibi, durumu Bâbıâli’ye de bildirdi. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti hakkında tek başına tedbirler almaya kalkıştı. İstanbul’a prens Mençikof’u elçi olarak gönderip, Fransa’nın Kudüs’te daha önceleri Katolikler adına sağladığı imtiyazların Ortodokslar için de tatbik edilmesini Ortodoks tebeânın himâyesinin Rusya’ya verilmesini istedi. Fakat Mustafa Reşîd Paşa, bu teklifleri reddedip meselenin diplomatik yollardan çözümünü önledi. Bunun üzerine Avusturya İmparatorluğu ile Prusya Krallığı, İstanbul ve Petersburg’a kendi hakemliklerinde bir konferans toplanıp savaşın önlenmesini teklif ettiler. Rusya bu teklifi kabul ettiği halde Mustafa Reşîd Paşa İngilizlerin tahriki ile reddetti. Böylece iki devlet arasında münâsebetler tamâmen kesildi. Rusya harb îlân etmeden Eflak ve Boğdan’ı işgâl etti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, 4 Ekim 1853’te Rusya’ya harp îlân etti.
HACI BAYRAM-I VELİ HAZRETLERİNİN NASİHATİ
1001 Osmanlı Hikayesi
Pazar, 27 Temmuz 2003
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'den ayrılırken kendisinden nasihat isteyen Sultan Murâd Hana şöyle dedi:"Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun. İlim sâhiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk. Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma. İnsanlığında kusûr etme, sırrını hiç kimse ye açma, iyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme. Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme. Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı beseleler görüşülürse, yâhut onlar bu meselelerde senin bildiğin hilafını iddiâ ederlerse, onlara hemen muhâlefet etme. Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği şekilde cevap ver. Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur. Sana bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de. Onlar, verdiği cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler."Seni ziyârete gelenlere ilimden bir şey öğret, böylece faydalansınlar. Herkes, öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, ahbablık kur. Zîrâ dostluk, ilme devâmı sağlar. Bâzan da onlara yemek ikrâm et. İhtiyaçlarını temin et. Onların değer ve îtibârlarını iyi tanı ve kusurlarını görme. Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster. Hiçbir kimesye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran."
OSMANLI'DA İLK FEMİNİST KADIN
1001 Osmanlı Hikayesi
Cumartesi, 26 Temmuz 2003
Mary Mills Patrick, feminizm hareketini Amerika’dan Osmanlı’ya taşıyan ilk kadın... İstanbul’da bisikletle ve peçesiz olarak sokağa çıkan ilk kadın da budur. Onun bu davranışı, Hıristiyan azınlıklara mensup kız öğrenciler tarafından bile büyük tepkiyle karşılanmıştır. Patrick, İrlanda’dan Amerika’ya göç etmiş bir ailenin kızıydı. Üniversite eğitimini Amerika’ da yaptı. İsviçre’nin Bern Üniversitesinde eski Yunan felsefesi üzerine doktora eğitimi aldı. Fransızca, Almanca, Ermenice, Yunanca ve Türkçe biliyordu. O, iyi yetiştirilmiş bir misyonerdi.Bu eğitimden sonra Türkiye’ye geldi. Erzurum’da görev yaptı. Patrick, 1876 yılında henüz 26 yaşında genç ve idealist bir kadın iken, Üsküdar’da faaliyet gösteren İstanbul Kız Koleji’nde felsefe hocalığına başladı. Kolejde 1890’da müdireliğe başlayan Patrick, 1924 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu tarihte görevini Kathryn Nevell Adams’a devrederek Amerika’ya gitti.
DEVLET İÇİNDE DEVLET YA DA DÜYUN-U UMUMİYE
1001 Osmanlı Hikayesi
Cuma, 25 Temmuz 2003
Osmanlı devletinde ilk dış borç, 1854 Kırım Savaşından sonra alındı. Osmanlı Devleti, Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamânına geldiğinde, ağır dış borçlar altında ezilme mevkindeydi. Akıllı tedbirlerle belli bir zaman içerisinde bu borçlar ödenebilirdi. Lâkin 93 Harbi (1877-78) hezîmeti, devleti iflâsın eşiğine getirdi. Devlet, en verimli topraklarını kaybetti. Akın akın gelen göçmenlerin sayısı bir milyona ulaştı. Bu kadar göçmeni bir yıl içinde rahata kavuşturmak çok zordu. Bu arada, Rusya’ya ağır tazminât ödeme mecbûriyetiyle karşı karşıya kalındı. Rusya Ağrı kendilerine bırakıldığı takdirde, tazminât hakkından vazgeçebileceğini teklif etti ise de, Sultan Abdülhamîd Han bu teklifi kesinlikle reddetti. Eğer Sultan Abdülhamîd Han Ayastefanos Antlaşmasındaki tazminâtı Berlin Muâhedesi ile düşürmemiş olsaydı, devlet daha o sırada batabilirdi. Ordunun durumu ise perişan bir vaziyetteydi. Emperyalist Avrupa devletleri yıllardır peşinde koştukları emellerine ulaşmak üzereydi. Onlar dış baskıların çemberi içerisinde sıkışan imparatorluğu borç bataklığı içinde boğmak istiyorlardı. İşte İkinci Abdülhamîd Hanın devraldığı mâlî durum bu idi.
AKŞEMSEDDİN VE FATİH SULTAN MEHMED
1001 Osmanlı Hikayesi
Perşembe, 24 Temmuz 2003
İkinci Murâd Hanın vefâtı ile Osmanlı tahtına çıkan genç pâdişâh Sultan Mehmed, İstanbul'un fethi hazırlıklarını tamamladıktan sonra şehre doğru hareket ederken, Allah adamlarının da ordusunda bulunmasını istedi. Bu dâvet üzerine Akşemseddîn, Akbıyık Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, Şeyh Sinân gibi meşhûr âlim ve velîler, talebeleriyle birlikte orduya katıldılar. Yine orduya katılan Aydınoğlu, Karamanoğlu, İsfendiyaroğlu kuvvetleri gibi gönüllü birlikler, İstanbul'un fethinin, bütün Türk-İslâm âlemince mukaddes bir gâye kabûl edildiğini dile getirdiler. Bilhassa talebeleriyle birlikte orduya katılan Akşemseddîn hazretleri ve diğer âlim ve evliyâ zâtlar, askerlere ayrı bir şevk ve azim veriyorlardı. Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul önlerinde ordugâhını kurduktan sonra, düşmana önce İslâmı tebliğ etti. İslâmiyetin emri olan hususları bildirdi. Fakat, Bizanslılardan red cevabı alınca, şehri kuşatmaya başladı. Kuşatmanın uzaması ve bir netice elde edilememesi bâzı devlet adamlarını ümitsizliğe düşürdü. Bunlar şehrin alınamayacağını, üstelik bir Haçlı ordusunun Bizans'ın imdâdına koşacağını sanıyorlardı. Bütün bu olumsuz propagandalara karşı orduda pâdişâhı ve askeri fethe karşı gayrete getiren bir din büyüğü vardı; Akşemseddîn. O, şeyhi Hacı Bayram-ı Velî'nin; "İstanbul'un fethini şu çocukla bizim köse görürler!" sözünü biliyor ve tahakkuk edeceğine kalpten inanıyordu.
YENİŞEHİRLİ ABDULLAH EFENDİ
1001 Osmanlı Hikayesi
Çarşamba, 23 Temmuz 2003
İstanbul’da ilk olarak kurulan matbaanın kurulmasına fetvâ veren, elli yedinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. Sultan Üçüncü Ahmed Han tarafından şeyhülislâmlığa getirildi. Dâmâd İbrâhim Paşayla iyi anlaşıp hizmette bulundu. Pâdişâhın ihsânlarına kavuştu. Zamânındaki birtakım kültür ve yenilik faâliyetlerine ön ayak oldu. İbrâhim Müteferrika tarafından kurulan matbaanın kurulmasıyla ilgili fetvâyı verdi. Bu matbaanın kurulmasıyla ilgili fetvâsı şöyledir:“Kitap basma sanatını iyi bildiğini söyleyen bir kimse, lügat, mantık, astronomi, fizik ve benzerleri âlet ilimleri kitaplarının harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, buradan kâğıtların üzerine basarak bu kitapların benzerlerini elde ederim, dese, bu kimsenin, böyle kitap basmasına dînimiz izin verir mi?” Abdullah Efendi cevâbında:“Kitap basma sanatını iyi bilen bir kimse, bir kitabın harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, kâğıtlara basmakla bu kitaptan az zamanda kolayca çok sayıda kitap elde ediyor. Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebep oluyor. Fâideli bir iş olduğundan dînimiz bu kimsenin bu işi yapmasına izin verir. Kitapta yazılı ilmi bilen birkaç kişi önce kitabı tashih etmelidir. Tashih ettikten sonra basılırsa güzel bir iş olur.” buyurdu.
OSMANLININ LÜBNAN SİYASETİ
1001 Osmanlı Hikayesi
Salı, 22 Temmuz 2003
Osmanlıda olduğu gibi Memluklularda da toprak idaresi Tımar sistemiyle idi. Ancak Memluklular, Lübnan topraklarını önce Tımar sistemi ile yönettilerse de sonraları bunu veraset sistemine döndürdüler. Sultan Selim Han Lübnan'ı alınca toprakların yine veraset ile idaresinin devamını emretti. Ki koca Osmanlı devletinde toprakları Tımara tabi olmayan tek bölge Lübnan oldu. Selim Han, Lübnan'daki cemaatlerin en güçlüsü olan Dereziler'den, Maanoğulları'nı emir tayin etti. Bu sistem ta 1697'ye kadar böyle sürdü. Ve Lübnan tarihinin en huzurlu dönemini yaşadı. Fransa ve İtalya'dan gelen misyonerler Derezi ailelerine Katolikliği aşılamaya başladılar. Bundan sonra bölgede karışıklık ve huzursuzluk aldı yürüdü. Lübnan liderliği 1697'de yeni Hıristiyan olan Maanoğullları'ndan Beşir Şihabi'ye geçti. Onun oğlu Katolik Beşir Ömer, 1789'da Emir oldu ve 51 sene ülkeyi yönetti. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı Devletine isyanı üzerine Beşir Ömer onun tarafını tutarak; Osmanlı Devleti aleyhine çalıştı. Fransızlar bu arada Marunileri, Derezilere karşı tahrik ederek silahlandırdılar. Artık Lübnan'da huzur bitmişti. Her tarafta kan akıyordu.1841'de tekrar idarede etkili olan Osmanlı Devleti, İstanbul'dan Ömer Paşa'yı Lübnan'a vali tayin etti... Her tarafta kan dereleri akıyordu. Maruni ve Dereziler birbirlerine karşı silaha sarıldılar. Fransızlar insanları, Ömer Paşa'ya karşı ayaklandırdılar. 1845'te Lübnan'a inceleme ve gerekli değişiklikleri yapmak üzere Osmanlı Dışişleri Bakanı Şekip Efendi tam yetki ile gönderildi. Bu Şekip Efendinin İstanbul'daki hükümete gönderdiği raporu devlet arşivlerinde vardır. Bu raporda özetle şöyle yazıyor: "Lübnan'daki karışıklıkların tek bir sebebi vardır: Buradaki İngiliz ve Fransız Konsolosları Maruni ve Derezileri karşılıklı olarak kışkırtıp silahlandırıyorlar. Bu konsoloslar Lübnan'dan çıkarılmadıkça Lübnan huzura kavuşamaz." Bir Türk devlet adamı, Fransızların Marunileri, İngilizlerin de Derezileri ölüme sürüklediğini tesbit etmiş.
OSMANLILARIN RUMELİ’YE GEÇMELERİ
1001 Osmanlı Hikayesi
Pazartesi, 21 Temmuz 2003
Bizans’taki saltanat mücâdelesinde taht iddiâcıları Orhan Gâzinin desteğini sağlamak istediler. Altıncı Yuannis Kantakuzen, kızı Teodora’yı Orhan Gâziye verdi. Orhan Gâzi, 5000 Osmanlı askerini Avrupa kıtasına geçirip Kantakuzen’e yardımcı gönderdi. Yardım için Trakya’ya geçen Osmanlı askeri, bölgede keşif yaparak çevreyi tanıdı. Orhan Gâzinin desteğiyle Bizans tahtına sâhip olan Altıncı Yuannis Kantakuzen, 1347’de dâmâdını Üsküdar’a dâvet ederek görüştü. Orhan Gâzi Üsküdar’da üç gün misâfir kaldı. Kantakuzen, Bizans tahtındaki yerini sağlamlaştırınca Papa’yla gizli irtibat kurdu ve Akdeniz, Ege, İstanbul ve Karadeniz’de koloni rekâbetindeki Venediklileri destekledi. Buna karşılık Orhan Gâzi de Cenevizlilere yardım etti. Ayrıca 1352’de Üsküdar ve Kadıköy ile Marmara adalarını fethettirdi. Kantakuzen aleyhine Bulgarlar ve Sırplar batıdan harekete geçince Osmanlılara karşı Papalık ile ittifak içinde olmasına rağmen, Orhan Gâziden yardım istedi. Orhan Gâzi, Bizanslılardan Gelibolu Yarımadasındaki kalelerden birinin verileceğine âit söz alınca oğlu Vezir Süleymân Paşa kumandasında on bin kişilik bir Osmanlı kuvveti gönderdi. Kantakuzen, Osmanlı askerinin yardımıyla Dimetoka’da Bulgar ve Sırplara karşı başarılı muhârebeler yaptı.