Esas Pehlivan, Nefsine Galip Gelendir!
Şihâbüddîn Şâgûrî hazretleri hadîs âlimidir. 530 (m. 1116) senesinde İran’da Şâgûr’da doğdu. 615 (m. 1218) senesinde Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
(Rahmetullahi Aleyh)
e-Gazete (Bugün)
Bizim Sayfa (Bugün)
16.487.724
Caliyet-ül Ekdar
Silsile-i Aliyye Büyükleri
Şihâbüddîn Şâgûrî hazretleri hadîs âlimidir. 530 (m. 1116) senesinde İran’da Şâgûr’da doğdu. 615 (m. 1218) senesinde Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
Osman Gâzi'nin, oğlu Orhan Gâzi'ye: "Istanbul'u al, gülzâr yap" diye vasiyet ettigi rivayet edilir. Uzun yıllar sonra, torunlarından II. Murad, bir gün sabah namazını kılmış, seccadesinde Kur'ân-ı Kerim okuyordu. Sûre-i Muhammed'i bitirmek, Sûre-i Feth'e baslamak üzereydi ki bir oğlunun daha dünyaya geldigini müjdelediler. Murad Han Gazi: "Ravza-i Murad'da bir gül-i Muhammedi açti" dedi ve sevinç gözyaşları döktü. Hicret'in 835. yılıydı. Ve 12 Recep 835 Cuma günü, vezirlerin, emirlerin ve âlimlerin hazır bulunduğu bir toplantıda, iki rekât şükür namazı kıldıktan sonra, kucağına verilen kundaklı bebeğin kulaklarına tekbir ve ezanlarla üçer defa "Mehmed" diye seslendi: "Şu Sehzâde Mehmed'imin kudûmü şânına âleme gülâb-i meserret saçılsın" dedi. Mehmed, iki cihan Peygamberi'nin adıydı ve "gül" Peygamber Efendimiz'in remziydi. Şehzâde Mehmed'in ebesinin adı Gülbahar'dı. Eşlerinden birinin adi Gülşah, birinin adı da yine Gülbahar'di. Ve dünyanın en güzel gülü onun ellerinde açıldı: İstanbul! Osman Gazi'nin vasiyeti yerine gelmis, İslâmbol "gülzâr" yapılmıştı. Bir gün nakkaş Sinan Bey, Hz. Fatih'in bir portresini yaptı; bir gül kokluyordu Hz. Fâtih, pek zarif bir gül. Büyük mânâlar taşıyan bir gül...
Yavuz Sultan Selim Han, Anadolu'da yıllarca yaptığı Şiilik propagandası ile Osmanlı ülkesini parçalama gayesini güden Şah İsmail'e karşı harekete geçerken, kendisine de şu mektubu gönderdi:"Bilesin ve anlayasın ki, ilahi hükümlerden yüz çevirenlerin, Allahü teâlânın dinini yıkmaya çalışanların bu hareketlerine bütün Müslümanların, adaletperver hükümdarların kudretleri nisbetinde mani olmaları farzdır. Sen ki Müslümanların memleketlerine saldır dın, şefkat ve utanmayı bir tarafa bırakarak zulüm kapılarını açtın. Günahsız Müslüman ları incittin. Fitne ve fesadı gaye edindin. Nefsinin kötü arzularına ve fıtratındaki bozukluk lara uyarak Din-i İslam'ın emirlerini değiştirmeye kalktın. Haramlara helal diyerek nice Müslümanları ifsad ettin. Mescitleri, türbeleri ve mezarları yıktın. Alimleri ve Peygamberi miz "Sallallahü aleyhi ve sellem" Efendimizin neslinden gelen mübarek seyyidleri ldürdün. Kur'ân-ı Kerimi hela çukurlarına attın. Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer'e söverek hakaret ettin. Bu saydıklarım senin kötü hallerinden sadece birkaçıdır. Dillerde dolaşan bunlar ve bunlara benzer diğer hareketlerinden dolayı âlimlerim kesin delillere dayanarak, senin kafirliğine fetva verdiler. Bu durum karşısında Allahü Teâlâ'nın emirlerini yerine getirmek ve zulüm görenlere yardım etmek için, merasimlerde giydiğim padişahlık elbise lerimi çıkardım. Zırhımı giyip kılıcımı kuşandım. Atıma binerek Safer ayının başında Anadolu yakasına geçtim. Maksadım, Allahü Teâlânın inayetiyle senin Şahlığını yok etmek ve bu suretle âcizler üzerinden zulmünü ve fesadını kaldırmaktır. Ancak kılıçtan önce sana, Sünnet-i Seniyye icabı Sünni itikadını teklif ederim. Eğer yaptıklarından pişman olup, cân-ü gönülden istiğfar eder ve aldığın kaleleri geri verirsen, tarafımızdan, dostluktan başka bir şey görmezsin. Fakat kötü hallerine devam ettiğin takdirde, zulümlerinle simsiyah yaptığın yerleri nura kavuşturmak ve elinden almak üzere Allahü Teâlâ'nın izniyle yakında geleceğim. Takdir ne ise öyle olacaktır."
Gümüş Ayak Mehmed Dede, Mevlevî şeyhlerinin âlimlerindendir. Bursa’da doğdu ve burada yaşadı. Niyâzî-i Mısrî hazretleri Bursa’ya gelince onun sohbetlerine devam etti. Bursa Mevlevihanesinin şeyhi iken 1115 (m. 1703)’de vefat etti. “Camiu'l-Kelim” isimli bir eseri vardır. Bu kitabında şöyle buyuruyor:
Matar Bâzerâyi hazretleri Irak'ta yetişen evliyânın büyüklerindendir. Necef'te doğdu. 550 (m. 1155)'de vefât etti. Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretlerinin talebelerindendi. Buyurdu ki:
Ebü'l-Hasen-i Kerhi, hadis ve Hanefi fıkıh âlimidir. 260 (m. 874) yılında Irak'ın Kerh bölgesinde doğdu. Bundan dolayı "Kerhi" nisbesiyle anılmıştır. Ömrünün büyük kısmını Bağdâd'da geçirdi. 340 (m. 952) yılında yine orada vefât etti.
Ebü'l-Hasen-i Kerhi'nin fıkıh ilminde en meşhûr hocası; İmâm-ı a'zam Ebû Hanife hazretlerinin torunu İsmâil bin Hammâd'dan ilim öğrenmiş olan Ebû Sa'id Ahmed bin Hüseyn Bürdei'dir...
Herkesin birbirini tanıdığı küçük bir kasabada, bir ayyaş yaşıyordu. Bütün gününü, gecelerinin çoğunu kasabanın meyhanesinde geçiriyordu. Evini, işini, çoluk-çocuğunu çoktan unutmuştu. Bu yüzden herkes kendisinden nefret ediyordu. Kimse kendisiyle ne doğru dürüst konuşuyor, ne de selam alıp veriyordu. Bu haldeyken günün birinde vakti saati doldu ve öldü. Kendisine yaşarken duyulan hoşnutsuzluk ölümünden sonra bile sürdürüldü. O kadar ki, namazını kılacak kimse çıkmadı. Cenazesi ortada kaldı. Adamın karısı, kocasının ölüsünü bir küfeye koyup sırtına yüklendi ve gömmesi için o çevrede yaşayan ve iyilik severliği ile tanınan bir çobana götürdü. Çoban bir çukur açıp adamı gömdü. Ardından herkes "Cehennemi boylamıştır" diye dünüşünüyordu.